Beslenme dünyasında yıllardır süren bir tartışma, öğün sıklığının mı yoksa tüketilen gıdaların kalitesinin mi sağlıklı yaşam üzerinde daha etkili olduğu sorusu etrafında şekillendi.
Bilimsel araştırmalar ve uzman görüşleri, bu sorulara yanıt ararken bireysel farklılıkların kritik rol oynadığını ortaya koydu.
BİLİM NE DİYOR?
Harvard T.H. Chan Halk Sağlığı Okulu'nda beslenme uzmanı olan Dr. Walter Willett, öğün sıklığının metabolik sağlık üzerindeki etkilerini inceleyen çalışmalarında, "Bireylerin biyolojik ritimleri ve yaşam tarzları, ideal öğün düzenini belirlemede kilit faktörlerdir" dedi.
The American Journal of Clinical Nutrition'da yayımlanan bir meta-analiz, günde 3-4 öğünün, kan şekeri kontrolü ve insülin hassasiyeti üzerinde olumlu etkiler oluşturabileceğini gösterdi. Ancak aynı çalışma, sık öğünlerin (günde 5-6 kez) bazı bireylerde açlık hormonlarını düzenlemede daha etkili olabileceğini de belirtti. Buna karşılık, Londra Üniversitesi'nde beslenme ve metabolizma alanında uzman olan Prof. Tim Spector, öğün sıklığından ziyade gıdanın kalitesine odaklanılması gerektiğini savundu.
Spector, "Modern diyetlerde işlenmiş gıdalar ve şekerli atıştırmalıklar, öğün sayısından bağımsız olarak sağlık sorunlarının temel nedenidir" diyerek kişiselleştirilmiş beslenme planlarının önemine dikkat çekti.
Spector'un liderlik ettiği ZOE projesi, bireylerin bağırsak mikrobiyomu ve metabolik tepkilerine göre uyarlanmış diyetlerin, genel sağlık üzerinde daha etkili olduğunu ortaya koydu.
GELENEKSEL ÜÇ ÖĞÜN MÜ, ARALIKLI ORUÇ MU?
Geleneksel olarak kahvaltı, öğle ve akşam yemeği şeklinde düzenlenen üç öğün, insanlığın biyolojik saatiyle uyumlu bir sistem sundu.
Circadian Rhythm adı verilen bu biyolojik saat, sindirim sisteminin ve metabolik süreçlerin günün belirli saatlerinde daha aktif olduğunu gösterdi.
Örneğin, sabah saatlerinde insülin duyarlılığı daha yüksekken, akşam saatlerinde metabolizma yavaşladı. Bu nedenle, üç öğünlü düzen, açlık hormonları olan ghrelin ve leptin seviyelerini dengeleyerek aşırı kalori alımını önleyebildi.
Son yıllarda popüler olan aralıklı oruç (intermittent fasting) ise farklı bir yaklaşım sundu.
16/8 yöntemi (16 saat açlık, 8 saat yeme penceresi) veya 5:2 diyeti gibi yöntemler, kilo kontrolü ve metabolik sağlık üzerinde olumlu etkiler gösterebildi.
Nature Metabolism dergisinde yayımlanan bir çalışma, aralıklı orucun insülin direncini azalttığını ve kardiyovasküler sağlık için faydalı olduğunu ortaya koydu.
Johns Hopkins Üniversitesi'nden Dr. Mark Mattson, aralıklı orucun herkes için uygun olmadığını vurguladı:
"Bu yöntem, özellikle kan şekeri kontrolü zor olan bireylerde dikkatle uygulanmalı."
KİŞİSEL FARKLILIKLAR VE PRATİK ÖNERİLER
Uzmanlar, öğün sıklığının bireysel ihtiyaçlara göre şekillenmesi gerektiği konusunda hemfikir.
Örneğin, diyabet hastaları için sık ve küçük öğünler kan şekeri dalgalanmalarını önleyebilirken, yoğun çalışan bireyler için üç öğünlü düzen daha pratik olabiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) beslenme kılavuzunda, öğün planlamasında kalori dengesi, besin çeşitliliği ve bireysel sağlık durumunun dikkate alınması gerektiği belirtildi.
Beslenme uzmanı Dr. Lisa Young, "Herkese uyan tek bir formül yok. Önemli olan, vücudunuzun sinyallerini dinlemek ve sürdürülebilir bir düzen oluşturmak" dedi.
YOUNG, ÖĞÜN SIKLIĞINI BELİRLERKEN ŞU ÖNERİLERİ SUNDU:
Kaliteye odaklanın: Sebze, tam tahıl ve sağlıklı yağlar içeren dengeli bir diyet, öğün sayısından daha önemli.
Dinleyin: Açlık ve tokluk sinyallerine dikkat ederek gereksiz atıştırmalıklardan kaçının.
Esnek olun: Hafta içi üç öğün, hafta sonu ise daha sık öğünler gibi esnek bir yaklaşım benimseyin.
SAĞLIKLI YAŞAMIN ANAHTARI KİŞİSELLEŞTİRME
Beslenme dünyasında öğün sıklığı tartışması, bilimsel araştırmalar ve uzman görüşleriyle zenginleşmeye devam ediyor.
Geleneksel üç öğün, biyolojik ritimle uyumlu bir düzen sunarken, aralıklı oruç gibi modern yaklaşımlar da belirli gruplar için etkili sonuçlar verdi.
Sağlıklı yaşamın sırrı, öğün sayısından çok bireysel ihtiyaçlara uygun bir beslenme düzeni oluşturmakta yattı.
Uzmanlar, bu süreçte gıdanın kalitesine ve vücudun sinyallerine kulak vermenin önemini bir kez daha hatırlattı.
Haber: Gülsüm Hülya Sundu / Haber Merkezi