Her sabah haber bültenlerine şöyle bir göz gezdirdiğimizde, ekranlarda ve sosyal medyada sıkça bir şeylerle karşılaşıyoruz: İyilikler ve iyi niyetler, nereye baksak. Siyasetçilerimiz halka hizmet aşkıyla yanıp tutuşuyor, şirketler halkın refahını ve sağlığını önemsiyor, komşular birbirini asla kıskanmıyor, herkes kendi cebinden önce başkasının cebini düşünüyor, marketten aldığımız çikolatada bile “tüm insanlığa katkı” mesajı var. Bir de sık sık duyduğumuz şu söz: “Bizim niyetimiz iyi.” Ancak durup şöyle bir düşününce, iyi niyetler cenneti olan bu coğrafyada, kötü deneyimler yaşamış olmamız tuhaf değil mi?
İyiliklerle kuşatılmış, niyetlerin güzelliğiyle parlayan bu topraklarda, acaba kötülüğü kimden gördük?
Her sektörde, her alanda, herkes niyetinin temiz olduğunu savunuyor. Peki o zaman bu yol, bu köprü, bu refah niye hep başka yönlere çıkıyor? Hesaplayınca hep mi sıfır çıkıyor? Örneğin, bazı sektörlerde emekçi maaşları asgari sınırda, tabii bu durumu iyileştirmek için gereken özveri (!) en yetkili ağızlardan bile talimatla gelmiyor. Ama iyiniyetli olduklarını da unutmamak lazım. Sonuçta onlar da “işçi”yi düşünüyor, yeterince kazanmasa bile! Bu iyiliğin adı; “asgari düzeyde mutlu olacaksınız" planı olabilir mi acaba? Çünkü öyle bir görünmez çizgi var ki, fazla iyilik göz çıkarır, sınırı aşmak iyi niyetli işverenlerimizin gönlünü incitir.
İyilik deyince hemen akla gelen örf ve adetlerimiz var. Mesela “Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” diye güzel bir lafımız var. Görüntüde komşuluk, yardımlaşma, imece en çok bizde. Ama mesele bizzat yardım etmeye gelince, o komşu bir türlü orada bulunamaz. El uzatması gereken her yerden çekiliveririz; sanki niyetler rüzgârıyla savrulmuş gibi.
Mesela bir yetkili, “Halkımız için çalışıyoruz,” derken; elektriğe, doğalgaza, suya üst üste zamlar gelir. Zamlar kötü gibi görünse de, niyet güzel: Ekonomiyi canlandırmak! Madem ekonomiyi güçlendiriyoruz, neden cebimizdeki paranın ekonomisi zayıflıyor? Düşüncelerin iyiliklerle dolup taştığı bir ülkede, bu düzenlemeler niye cüzdanları delip geçiyor?
Devlet ihaleleriyle ilgili olarak her gün iyiniyetli projelere şahit oluyoruz. İşler hep halkın faydası için en uygun şekilde yapılmaya çalışılıyor. Ama ne hikmetse, en çok kazananlar hep “aynı yüzler” oluyor. İhaleler hep tesadüfen bazı müteahhitlerimizin niyetine nail oluyor! Bir ihalenin kaybedeni olan diğer şirket ise, yine iyi niyetle “her şey halkımız için” diye çekiliyor. İhaleyi alacak kadar şanslı olanlar da işi “kâr” amacı gütmeden (!) tamamlamaya çalışıyor. Ancak nedense proje halkın cebine yansıdığında masraf kalemi sayfalarca uzayıp gidiyor.
Bu iyi niyet bolluğunda biz, bir kazanç göremeden hayretle izlemeye devam ediyoruz. Kötülüğü kimden gördük biz?
Bir ülkenin vatandaşı düşünerek yaptığı yasalar vardır. Bizde de yasalar halk için yapılır; sosyal adalet, eşitlik, hak ve hukuk en üst seviyede gözetilir. Ama bir bakıyoruz ki, bazı insanlar bu iyiniyetli yasaların açıklarını bulmada uzmanlaşıyor. Vatandaşı koruma niyetiyle başlayan birçok yasa, sonunda vatandaşın üstüne külfet olarak yıkılıyor. Örneğin, zam yapılır, fiyat artar; “vatandaşı korumak için” açıklanır ama bedelini gene vatandaş öder.
Halkın iyiliğini düşünüyorsak, niçin “fiyat garantili projeler” halkın omzunda yük olur? En iyisi olarak düşünülmüş bu projelerde herkes mutluysa, bu maliyetler neden cepten çıkıyor?
İyi niyetle hareket eden her kesim “biraz özveri” bekler. Çalışandan, memurdan, vatandaştan hep bir “fedakârlık” talep edilir. Zor günler atlatılacak, ülke ayağa kalkacak; ama el birliğiyle omuz veren hep dar gelirli olur. Niyetin iyi olduğunu anlamamıza rağmen, ağır fedakârlık taleplerinin adresi neden yalnızca “en alttakiler” oluyor? Özverinin yalnızca aşağıdan yukarıya doğru işlemesi niye?
Bu kadar “iyi niyet” ortadayken, maddi zorluk içinde olan, gelecek kaygısı çeken, borç yükü altında ezilen bizler, kötülüğü kimden gördük?
Her şeyin niyetini anlatan açıklamalar yapılırken, öz eleştiriler başlıyor. İşleyişin aksayan yanları itiraf ediliyor, “Zamanında yapılan hatalar vardı, yanlış değerlendirmeler yapıldı” deniyor. Ama işin kötü yanı, bu öz eleştiriler, asla günahın üstlenilmesi anlamına gelmiyor. Kimse “hata bende” demiyor. İşin sonunda bu “öz eleştiriler” bile başka bir tarafa, muğlak bir hatalar yumağına, tarihe gönderiliyor. Bu öz eleştirilerin altında, “ama niyetimiz iyiydi” var. Madem niyetiniz iyi, o zaman kötülüğü kim yaptı?
Her alanda bu kadar iyi niyetliyseniz, her sorunda sorumluluktan nasıl kaçıveriyorsunuz? Kötülüklerin, eksikliklerin, aksayan noktaların açıklaması hep başka başka yerlere, uzak ufuklara işaret ediyor. Bir şey yapılırken herkes iyi niyetliyse, olumsuz sonuçlar neden hiç kimseye bağlanamıyor?
Tarihe şöyle bir baktığımızda, her dönemde en büyük sıkıntıları “iyi niyet” denen silahla çözmeye çalışmışız. Ancak o silahı kullanan kim? Kötülüklerden sıyrılıp yalnızca niyetin kutsallığına mı yaslanıyoruz?
Sonuç olarak, bu iyi niyetler ülkesinde, kötülüğün gölgesi altından çıkamıyorsak, belki de iyiliklerin ardına sığınanları sorgulama vakti çoktan gelmiştir. İyi niyet üzerine kurulan düzenin bedelini yalnızca biz ödüyorsak, kendimizi mi kandırıyoruz? Bu kadar iyilik yapılırken, her birimiz birbirimize soruyoruz: “Herkesin niyeti iyiyse biz kötülüğü kimden gördük?”