BAHÇELİ, Milletimizin sesine her zaman kulak verdik, yine vereceğiz
Devlet BAHÇELİ’ nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma ;
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
9 günlük Kurban Bayramı tatilini müteakiben Gazi Meclis’imiz çalışmalarına yeniden başlamıştır.
Bu kapsamda düzenlediğimiz grup toplantımızın başında muteber heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından toplantımızı takip eden bütün vatandaşlarımızı,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda haysiyetli bir hayatın mücadelesini veren bütün kardeşlerimizi yürekten selamlıyor, hepsine şükranlarımı sunuyorum.
Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 28’inci Yasama Dönemi 2’inci Yasama yılının son grup toplantısını yapmış olacağız.
1 Temmuz 2024 tarihinden sonra, Meclis tatile giresiye kadar, değerli milletvekillerimiz genel kurul ve komisyon çalışmalarına aktif olarak iştirak edecekler, geri kalan zamanlarını da seçim çevrelerinde geçireceklerdir.
Sizlerden özellikle ricam, yasama faaliyetleriyle eşgüdüm halinde vatandaşlarımızın nabzını tutmanız, siyasi pozisyon ve politikalarımızı bilavasıta anlatmanızdır.
Milletimizin sesine her zaman kulak verdik, yine vereceğiz.
Milletimiz ne diyorsa, ne istiyorsa onu söyleyeceğiz, ona müzahir hareket edeceğiz.
Çünkü mütemadi varlığımızın fikri ve siyasi kaynağı Türk milletidir.
Nitekim millet ve milliyet onurundan tavizimiz düşünülemeyecektir.
Milletimizin ruh kökünde gömülü halde bulunan paha biçilemez hazineleri bulup çıkarmakla, bu suretle koruyup kollamakla mükellefiz.
Bu mükellefiyeti; Türk tarihinin, Türk kültürünün, yaşanmış Türk asırlarının, milli birlik ve kardeşlik mirasının kutlu bir emaneti olarak görüyoruz.
Küresel ve bölgesel kuvvet dengelerinin baştan ayağa bozulup sancılar eşliğinde yeniden kurulma sürecine girdiğini dikkate aldığımızda, bütün enerjimizi ardışık tehditlere yol açan değişken, defolu, dejenere ve DEM’lenmiş çoklu etkileşim alanlarına teksif etmemizin kaçınılmaz bir gerçek olduğu karşımıza çıkacaktır.
Her zaman olduğu gibi, çalışmayı bir ibadet gibi telakki edeceğiz.
Yorulmayacağız, yenilmeyeceğiz, yılmayacağız.
Önce ülkem ve milletim demekten asla vazgeçmeyeceğiz.
Huzurlarınızda, siz değerli milletvekillerimizin, aziz milletimizin, Türk-İslam aleminin, grup toplantımıza teşrif eden saygıdeğer misafirlerimizin mübarek Kurban Bayramı’nı tekraren kutluyorum.
Hac farizasını yerine getiren ve yurda dönüş yapan kardeşlerimize hoş geldiniz diyor, dua ve ibadetlerinin kabulünü diliyorum.
Bayram tatilinde meydana gelen ve hepimizi hüzne boğan trafik kazalarında hayatlarını kaybeden 68 vatandaşımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler, yaralanan 10 bine yakın vatandaşımıza şifalar niyaz ediyorum.
Ayrıca 20 Haziran günü, Diyarbakır’ın Çınar ilçesiyle Mardin’in Mazıdağı ilçesi arasında çıkan ve hızla yayılan anız yangınından zarar gören vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, bu felaketten mülhem vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, tedavi altında bulunan vatandaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum.
Elbet yaralar sarılacak, kayıplar telafi edilecek, mağduriyet yaşayan insanlarımıza devletimizin müşfik ve cömert eli gecikmeksizin uzanacak ve ulaşacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak sürecin takipçisi olacağımızı bu vesileyle paylaşmak istiyor; dayanışmayla, yardımlaşmayla ve kucaklaşmayla her müşkülatın aşılacağına inanıyoruz.
Devam eden adli soruşturma mucibince yangının çıkış nedenleri kuşkusuz tespit edilecek, hitamında gerekli hukuki tasarruf muhakkak yapılacaktır. Bu konuda biraz sabırlı olmak lazımdır.
Anız yangınını bahane ederek potansiyel nefretlerini dışa vuran, kinlerini deşifre eden her kim ya da kimler varsa tescilli Türkiye muhalifi ve milli birlik muarızıdır.
Diyarbakır Barosu’nun 22 Haziran’da yaptığı açıklamada, sosyal medya aracılığıyla Kürt kökenli kardeşlerimize hakaret ve nefret içerikli paylaşımlarda bulunanlar hakkında suç duyurusunda bulunulduğu ifade edilmiştir.
Hiçbir Türk vatandaşı böylesi bir fahiş ve feci yanlışın içinde olamaz.
Hiçbir sağduyu ve vicdan sahibi Türk vatandaşı bu tip ayırıcı ve bölücü bir komplonun kıyısında köşesinde, yanında yöresinde yer alamaz.
Sosyal medyada tedavüle sokulan kara kampanyanın, müfteri ve müfsit ifadelerin failleri bu milletin zaten evladı olarak görülemez.
Ancak Diyarbakır Barosu’nun sivri ve sipariş açıklamasıyla hangi emel ve hedefleri canlı tutmak istediği de gözden uzak tutulamaz.
Anız yangınını fırsat bilip bin yıllık kardeşliğimizi ateş altına almak isteyen provokatörler az çok bellidir, fakat onların şirret oyunlarını bozmak ise hepimize düşen milli bir ödevdir.
Kaldı ki bugüne kadar ağaçların, orman canlılarının, doğal güzelliklerin nasıl yakıldığını, nefes borumuz olan yeşil alanların nasıl küle dönüştürüldüğünü ve bunların müsebbiplerinin kimler olduğunu sanıyorum bilmeyen, duymayan ve tanımayan yoktur.
Puslu havalarda girdikleri deliklerden birer ikişer ortaya çıkarak rant devşirmenin, yalan ve dedikodu sahasını genişletmenin bayağı hevesine kapılanların yakasından tutmak milli ahlak ve adaletin var oluş gayesidir.
Kürt kökenli kardeşlerimizi istismar edenler tüm çirkin suretleriyle açıktadır, nihayetinde maksatlı telkinleri, marazi tembihleri, melun taciz ve istismarları herkes bilmelidir ki, sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
Değerli Arkadaşlarım,
Dünya, baş döndüren gelişmelerin, akılları bulandıran hadiselerin, kaygıları tırmandıran ihtimallerin, ifratla tefrit arasında tıpkı bir sarkaç gibi gidip gelen ikircikli ve ihtiraslı münasebetlerin çekim alanındadır.
Şu günlerde karamsar ve kaotik tablo çizenler revaçtadır.
Gerçi iyimserliğimizi destekleyecek, ileriye dönük pozitif gündemi takviye edecek çok az gerekçemiz olduğu da malumlarınızdır.
Üçüncü Dünya Savaşı’yla ilgili alarm zilleri çalanlara her gün yenileri eklenmektedir.
Bazı Avrupa ülkeleri silah ve mühimmat siparişlerine çok ciddi bütçe ayırırken, bazıları da muhtemel bir savaş ortamı öngörüsüyle askeri, lojistik ve stratejik hazırlıklarını ikmal etmeye başlamıştır.
Sırbistan Cumhurbaşkanı daha ileri giderek, dünyada üç ya da dört ay içinde büyük bir çatışmanın yaşanacağını iddia etmiş, ABD eski başkanı Trump ise dünya savaşı çıkmadan Kasım ayında yapılacak seçime ulaşabilme umudunu dillendirmiştir.
Bunun yanı sıra İngiliz The Economist dergisi de son sayısında savaş manşetini atmıştır.
Yani anlayacağınız son zamanlarda yeni bir dünya savaşı riski sürekli olarak telaffuz edilmektedir.
Küresel ve bölgesel basınçtaki yükseklik kontrol sınırlarından taşmakla birlikte; uluslararası anlaşmazlıklar, ekonomik cepheleşmeler, ticari restleşmeler, jeopolitik hesaplaşmalar artış kaydetmektedir.
Türkiye’miz her türlü senaryoya göre milli güç unsurlarını tetikte ve teyakkuzda tutmak durumundadır.
Çünkü birisine katılıp diğerinin dışında kaldığımız iki ayrı dünya savaşının hangi badirelere, hangi acıklı ve vahim sonuçlara yol açtığını geride kalan yıllara baktığımızda idrak ve ifade etmek pek tabii mümkündür.
Nitekim gerek devlet hafızasında gerekse de maşeri hafızada her şey mahfuzdur.
Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü 10 Haziran 2024 tarihinde yayımladığı, “Çatışma Eğilimleri: Küresel Bir Bakış, 1946-2023” başlıklı raporunda, dünya genelinde yaşanan çatışmaların, İkinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadarki en yüksek seviyeye ulaştığını açıklamıştır.
2023 yılında 28’i Afrika, 17’si Asya, 10’nu Ortadoğu, 3’ü Avrupa, 1’i Amerika kıtasında olmak üzere toplam 59 ayrı silahlı çatışma vakası yaşanmıştır.
Türkiye’nin de aralarında gösterildiği 34 ayrı ülkede kanlı çatışmaların varlığından bahsedilmiştir.
2023 yılındaki mezkur silahlı çatışmalarda ölenlerin sayısı ise tam 122 bindir.
Dünya çatışma haritası çizilirken, bölgelere göre devlet temelli çatışmalardan etkilenen ülkeler kategorisinde Türkiye’nin gösterilmesi bize göre yanlış olduğu kadar haksızlık ve hakikate mugayirdir.
Bunun nedeni meşru müdafaa gereğince, uluslararası hukuk çerçevesinde terörle mücadelemizden duyulan aşırı rahatsızlıktır.
Elbette iç ve dış husumet ve huşunet cephesini rahatsız etmeye, uykularını kaçırmaya sonuna kadar, gittiği yere kadar azimle devam edeceğiz.
Bakınız, İsrail hala dur durak bilmeden Gazze’ye saldırıyor.
Ateşkes ve barış arayışlarını sekteye uğratıyor.
263 gündür masum Filistinli kardeşlerimizin kanını döküyor.
Caniyahu, İsrail medyasına verdiği son röportajında, Gazze’de çatışmaların sona yaklaştığını, birliklerin ise Lübnan sınırına taşınacağını söylüyor.
Bu azılı katil, savaştan vazgeçmeye hazır olmadığından, ancak Hamas’la kısmi bir anlaşmaya varılabileceğinden bahsediyor.
İsrail ile Filistin arasındaki savaşın diğer ülkelere, hatta Ortadoğu’nun tamamına sıçrama riski günden güne irtifa kazanıyor.
Birleşmiş Milletler Genel Sekteri ise İsrail ile Lübnan sınırını ayıran “Mavi Hat” boyunca yaşanan tehlikeli gelişmelerle ilgili, “Lübnan’ın ikinci Gazze” olma ihtimaline karşı dünyayı uyarmaktan, topyekûn bir savaş tehdidini dile getirmekten başka hiçbir şey yapmıyor, yapamıyor.
Bunun yanı sıra, savaşın yayılmasını hayal gücünün ötesinde bir felakete neden olacağını söyleyerek olası vahşetin peşinen ihbarını ve ilamını yapmakla iktifa ediyor.
İsrail’in Lübnan sınırına asker kaydırıp yığınak yapması, Hizbullah’ın füzeli saldırıları bölgenin yüksek tansiyonunu daha da artırıyor.
Bunlar oluyorken ABD’nin boş durması, yalnızca uzaktan seyretmesi kuşkusuz eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kızıldeniz’de bulunan bir ABD uçak gemisinin Akdeniz’e doğru yola çıkması, Güney Kıbrıs’taki İngiliz üslerinde yoğun hareketliliklerin gözlemlenmesi savaş ve silah baronlarının iştahını kabartmaktadır.
Türkiye’nin orta yerinde bulunduğu geniş coğrafyalarda fırtınalar kopmaktadır.
Doğu Akdeniz ve Ege pek çok tehdide müsaittir.
Basra Körfezi ile Kızıldeniz arasında oyunlar kurulmaktadır.
Özellikle Tayvan meselesinden dolayı ABD ile Çin arasında gerilime sebep olan Hint-Pasifik bölgesi kaynamakta ve karışmaktadır.
Irak ve Suriye üzerinde kumar oynanmaktadır.
Balkanlar ve Anadolu kuşatma altındadır.
Irak’ın Süleymaniye kenti PKK üssüne dönüştürülmektedir.
ABD haydi neyse de, İran’ın PKK’ya dron ve füze sevkiyatı yaptığıyla ilgili kaygı verici iddialar gündeme yansımaktadır.
Doğu ve Kuzey Afrika bunalım kapanındadır.
Doğu Avrupa ülkeleri huzursuz ve sancılıdır.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin Çin ziyaretinden sonra bu defa Kuzey Kore’ye gitmiş, iki ülke arasında stratejik mahiyetli silah ve savunma anlaşmaları imzalanmıştır.
Putin’in, NATO’nun odağını giderek Asya-Pasifik’e kaydırdığını ve bu hamleye karşı mücadele edeceklerini söylemesi tedirgin ve endişeli bekleyişleri kesintisiz tırmandırmaktadır.
Dünya olağanüstü nitelikli siyasi, stratejik, ekonomik, ticari ve diplomatik taşkınlıkların yaşandığı bir döneme paldır küldür giriş yapmıştır.
Ortaya çıkan, günbegün derinleşen küresel denge kaybının düzeltilmesi hususunda ihtiyaç olan diyalog, müzakere, görüşme, temas, mutabakat arayışlarının şimdiye kadar yetersiz kaldığı, silah seçeneğinin gündeme alındığı görülmektedir.
İtalya’da düzenlenen G-7 zirvesinde, yapay zekânın tehlikelerine açık vurgu yapılmışken, aynı yapay zekânın savaşların ve silahlanma yarışlarının doğasını kökten değiştireceği, hatta değiştirdiği bazı çalışma, rapor ve araştırmalarla gözler önüne serilmektedir.
Rusya ile Ukrayna arasında süregelen savaşın barışla sonuçlanması için yapılan çağrıların şimdiye kadar cevap bulmadığı da ortadadır.
İsviçre’nin evsahipliğinde 15-16 Haziran 2024 tarihlerinde gerçekleşen Ukrayna Barış Zirvesi’nde deyim yerindeyse dağ fare doğurmuş, şapkadan tavşan yerine skandallar çıkmıştır.
Rusya’nın davet edilmediği bir barış zirvesini tertip etmek hangi akla hizmettir?
Dostlar bizi alışverişte görsün mealinde ve danışıklı dövüş manasında bir zirvenin bağlayıcılığına, kanayan yaralara merhem olacağına inanmak hayal ötesi bir beklenti değil midir?
Hem barış zirvesi planlayıp hem de savaşın tarafı olan Rusya’yı dışlayarak diplomatik baskı altına almaya çalışmak mantık ihlali, makuliyet inkarı, hayatın gerçeklerine sırt dönmek şeklinde yorumlanmayacak mıdır?
Savaşı kışkırtanların barış masalı anlatmasının izahı, böyle bir yanlışın tamir ve telafisi nasıl yapılacaktır?
Bir diğer kabul edilemez husus da Fener Rum Patriği’nin sözde “Konstantinopolis Ekümenik Patriği” sıfatıyla zirveye davet edilmesi ve hazırlanmış sonuç bildirgesine imza attırılmasıdır.
Ukrayna Barış Zirvesi’nde Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik hukuku, Lozan Antlaşması’nın ilgili hükümleri kasten yok sayılmıştır.
Fener Rum Patrikhanesi’nin statüsü bellidir.
Patrikhane, sadece Ortodoks Rum azınlığın dini ihtiyaçlarını yerine getirmesi için Türkiye topraklarında kalmasına izin verilen ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına bağlı olan bir kurumdur.
İdari açıdan Fatih Kaymakamlığına bağlı olmakla birlikte seçilmiş Patrik de Türk vatandaşıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde Konstantinopolis diye bir şehir yoktur, Ekümenik unvanının hukukiliği ve meşruluğu yoktur, tam tersi iddiada bulunanların alayı Bizans sevdalısı, Müslüman Türk milletinin azgınlaşmış hasımlarıdır.
İstanbul’u ikinci Vatikan’a dönüştürmeye hiç kimsenin gücü yetmez.
Fethimizin emaneti İstanbul, aynı zamanda milli ve manevi namusumuzun timsalidir.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerif’in aslına rücu etmesi ve Müslümanların ibadetine açılması pek çok çevreyi ürkütmüş, o günden bugüne de hepsini birden deliye çevirmiştir.
Ekümenik kartını devreye sokanlara zikreden dilimizle, şükreden kalbimizle, sabreden bedenimizle mukabele ve mukavemet göstereceğiz.
Asla boyun bükmeyeceğiz, asla teslim olmayacağız, asla gözümüzü yummayacağız; hakkı, halkı ve hakikati savunmaktan da asla geri adım atmayacağız.
Muhterem Arkadaşlarım,
Bir yanda bölgemizi yakıp yıkan diğer yanda da dünyayı kasıp kavuran yüksek gerilimli ve çatışma mihraklı sarsıcı gelişmelerin ülkemize, siyasi ve toplumsal bünyemize doğrudan doğruya tesir ettiğini değerlendiriyoruz.
Kaostan nemalanan, kamplaşma ve kutuplaşmadan faydalanan mayası bozuk çevrelerin şu günlerde bir hayli faal olduklarını görüyoruz.
Türkiye’nin milli ve manevi direncini kırmak, yapay krizler üretmek suretiyle iç huzur ve istikrar ortamını zedelemek amacıyla alçakların en alçağı bir kampanya devamlı ilerleyiş kaydetmektedir.
Riyakâr demokratlar, şaibeli devrimciler, tatlı su kurnazı eski tüfekler, yalancı hürriyetperverler, yozlaşmış elitler, krizsever siyasetçiler, karanlık odaklar, dış bağlantılı maşalar, partimiz, ittifakımız ve ülkemiz aleyhine psikolojik harp tekniklerine başvuran kansızlar, zilleti zarafet, çözülmeyi normalleşme gibi teşmil eden münafık simalar geceli gündüzlü operasyon yürütmektedir.
Tekraren ve inançla söylüyorum, Cumhur İttifakı Türk milletinin ruh köküdür ve kararlılıkla yoluna devam edecektir.
Demokrasinin avantajı, farklı görüşlerin oylanmasından ziyade, farklı bakış açılarının karşılıklı etkileşerek birbirlerini dengelemesidir.
Diyebiliriz ki, demokrasinin asıl gücü çeşitli bakış açıları ve aralarındaki uyuşmazlıklar üzerine muhakeme yürütme çabasında gizlidir.
Ne var ki, makyajlı demokrasi havarilerinde sahtelik diz boyudur.
İç cephemizi zayıf düşürmenin yanı sıra;
Bölgesel ve küresel hain senaryolara refakat ve rehberlik yapacak ölçüde alçalan ve ahlaksızlığın dibini boylayanların yegane hedefi Milliyetçi Hareket Partisi’nin tökezlemesi, Cumhur İttifakı’nın çözülmesi, Türkiye’nin de köşeye sıkışarak tarihi ve egemenlik haklarından kahredici ödünler vermesidir.
Bunlar kesinlikle hezimete ve hayal kırıklığına uğratılacaktır.
Pis oyun gayet berrak olup lekeli figüranları kudurmuş gibi etrafımızda dolaşmakta, ayağımıza dolanmakta, sinir uçlarımıza basmaktadırlar.
Biz gene de sabır, sebat, metanet ve güçlü iradeyle, onların çekmek ve sürüklemek istedikleri bataklığı tümüyle reddederek milletimizin acil ve asıl gündemiyle ilgileniyor, kafamızı bunlarla meşgul ediyoruz.
La Havle diyoruz, La Galibe İllallah diyoruz, eş zamanlı olarak dava ve siyaset mücadelemizi imanla ve heyecanla sürdürüyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi şayet iftirayla temellenmiş ağır sabotaj ve suçlamalarla zaafa uğrayıp içine kapanırsa, hatta siyaset dışı arayışlara saparsa, Cumhur İttifakı duvara toslayıp dağılırsa emperyalizmin tetikçileri, dışarıdan güdümlü işbirlikçiler biliniz ki bayram edeceklerdir.
Onların bayramı, Türkiye’nin ve Türk milletinin matemidir.
Allah’ın izni ve inayetiyle onlara bayram değil layık oldukları zilleti her aşama ve seviyede yaşatacağız.
Soros’çu Osman Kavala ile terörist Demirtaş’ın serbest kalmasına,
Güney sınırlarımız boyunca inşası projelendirilen terör devletinin kurulmasına,
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki milli haklarımızın hiçe sayılmasına,
Bölücülüğün normal görülmesine,
Bölünmenin doğal karşılanmasına,
Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin rafa kaldırılmasına toptancı bir anlayışla tamam dersek,
Sesimizi ve sözümüzü kısarsak, aman sen de, buyurun ne isterseniz yapın mesajı verirsek, bizden iyisinin Şam’da kayısı olması kaçınılmazdır.
Bu halde Milliyetçi Hareket Partisi’nin çarpıtılmış demokrasi, özgürlük ve insan hakları müdavimi ve mühürdarı şeklinde takdim ve teşhiri emin olunuz ki, kesin bir akıbettir.
Akıllarınca bizi terbiye etmeye, nefes ve manevra alanımızı daraltmaya çalışıyorlar.
Bize ayar vermek ve istikametimizi çizmek için çırpınıyorlar.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket en son 12 Eylül darbesinde sanık sandalyesine oturtulmuş, nice haksızlığa, nice hukuksuzluğa, nice zulme, nice çileye ve mağduriyete dibine kadar maruz kalmıştı.
Yargılanan davamızdı, sorgulanan tertemiz dava arkadaşlarımızdı.
İdam sehpalarında cennetin müjdesiyle nurlandık.
Taş duvarları medrese yapıp umutlandık.
Zindanlarda Yusuf olup ayağa kalktık.
Kahpe pusularda hilal olup kanatlandık.
Marksist-Leninist ve Komünist saldırılara inancımızla katlandık.
Şehitlerimizle, gazilerimizle, ülkülerimizle kahramanlaştık.
Hanımefendiler, beyefendiler, biz Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz.
Ona buna pabuç bıraksaydık, kurşunlara, bombalara, iftiralara, ithamlara, isnatlara, itibar cellatlarına, cinayet örgütlerine, cani hesaplara düğme ilikleyip korkudan saklansaydık, sorarım sizlere;
Cami avlularında omuzladığımız şehitlerimize ne diyecektik?
7 bin yıllık Türk tarihine ne anlatacaktık?
Birbirimizin yüzüne nasıl bakacaktık?
Türk milletinin huzuruna hangi mazeretlerle çıkacaktık?
Devlet ebed müddeti, millet ebed müddeti muhafaza ve müdafaa şerefine nasıl ve ne şekilde müstahak olacaktık?
Kalkmışlar, sabah akşam Milliyetçi Hareket Partisi’ni ve Ülkü Ocakları’nı asıp kesiyorlar, manipülasyon dümenini çeviriyorlar.
Kiralık gazeteler, iç işgal cephesine ekranlık yapan başta Halk Tv olmak üzere bazı televizyon kanalları, yarım porsiyon aydınlar, satılmış köşe yazarları, şerefini üç kuruşa devretmiş bir kısım sivil toplum kuruluşu yöneticileri MHP’yle yatıp MHP’yle kalkıyorlar.
Bunlara siyaseten her türlü desteği verip sözcülüğüne talip olan CHP’nin başkanı da iki de bir kale duvarlarımızı taşa tutuyor, olmayan siyasi aklının dibindeki tortuları ortalığa saçıyor.
Bu şahsın “o iki kişi” diyerek sistematik ve plan dahilinde suçlayıp saldırdığı değerli arkadaşlarım, benim can beraberi ülküdaşlarımdır ve partimizin saygın isimleridir.
CHP Genel Başkanı bizim iki arkadaşımıza değil, sağında solunda yuvalanan Türk ve Türkiye düşmanlarına, ilişki ve irtibat içinde olduğu vatan ve millet muhaliflerine baksa zannederim daha tutarlı, daha dengeli, daha isabetli bir davranış içinde olacaktır.
Değil bizim iki ülküdaşımız, tek bir ülküdaşımız bile bunların alayına yetecektir.
Şu paylaşacağım sözler ibret almasını bilenler için ne kadar da anlam doludur:
Sanma gelen bu aleme, insan gelir, insan gider.
Nefsinde miraç etmeyen cahil gelir, cahil gider.
Sen çünkü adem zadesin,
Sırr-ı kerem sırrındandır.
Adamlığa eremeyen hüsran gelir, hüsran gider.
Adam gibi adam olanlara selam olsun.
Duruşu ahlaklı ve mert olanlara selam olsun.
Nefesi vatan kokanlara selam olsun.
Mensubiyeti Türk milleti olanlara bin selam olsun.
Değerli Milletvekilleri,
CHP, kendi içinde istikrar bulamamış, denge kuramamış, siyasi aklı ve iradesi rehinden kurtulamamış hastalıklı bir bünyedir.
Bu bünyenin Türkiye’ye güvenle hizmet etmesi imkansızdır.
CHP’ye mahsus bu hastalığı tedavi edecek bir çarenin bulunmayışı Türk siyaset ve demokrasi hayatı için ciddi bir kayıptır.
Özgür Özel’e verilmiş ev ödevi ve talimat listesinde bilhassa Milliyetçi Hareket Partisi’yle uğraşma, nala vururken mıhı da çakma görevi önüne koyulmuştur.
Çürük tahta üzerinde siyasi tiyatro sahnesi açan bu zatın her meselede partimizi zan altında bırakma gayreti, dava arkadaşlarımızı doğrudan hedef alma densizliği siyasi ahlakla zaten bağdaşmamaktadır.
CHP’nin normalleşme maskeli sahtekar politik tasarımı esasen anormalliğin artan dozajlarla yedirilme sinsiliğinden başka bir şey değildir.
Bizi, Türkiye ittifakı adıyla kurulduğu söylenen, dahası çatısı akan ve üzerine baykuşların konduğu harabeye davet etmesi tam bir akıl tutulmasıdır.
Kurnaza bakar mısınız, Cumhur İttifakı’na karşı başlattığı yarma harekâtını tahkim etmek niyetiyle olmadık metotları devreye sokuyor.
Diyor ya Ziya Paşa;
En ummadığın senin içyüzünü keşfeder,
Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?
CHP’nin normalleşmesi, PKK’nın normal görülmesidir.
CHP’nin normalleşmesi, bölücülüğün normal değerlendirilmesidir.
CHP’nin normalleşmesi rezaletin ve melanetin yeni normal olarak güncellenmesidir.
Ekonomiden şikayet ederler, ne bir projeleri, ne bir politikaları, ne de sadra şifa bir önerileri vardır.
Anayasa’ya uyulması çağrısını papağan gibi tekrarlayıp dururlar, yeni anayasa sürecine bir göz kırpıp bir kapı kapatırlar, fakat ortada ne bir teklifleri ne de müşahhas ve muhterem bir hazırlıkları söz konusudur.
Havanda su dövmekten başka hiçbir şey yapmazlar, yapamazlar.
DEM’lenmeyi ve Türkiye düşmanlarının demliği olmayı sömürgeleşmiş siyasetleriyle benimseyip hayranlıkla onaylarlar.
MHP düşmanlığını geçim kapısı olarak görürler.
Cumhur İttifakı’nı kötülemek ve edepsizce suç ortaklığı göstermek için yarış halindedirler.
Kayseri Pınarbaşı’nda meydana gelen bir adli vakadan dolayı Milliyetçi Hareket Partisi’ni karalamaya namertçe tevessül ederler.
1 Temmuz 2024 Pazartesi günü başlayacak mahut cinayet davasıyla partimizi ve Ülkü Ocaklarını ilişkilendirmek için tek ayak üzerinde kırk yalan söylerler.
Uydurulmuş ve üretilmiş tezviratlarla oyalanırlar.
Şu hususu özellikle ifadeye mecburum ki, kimin kimlerle iş tuttuğunu, sağda solda nelerin konuşulduğunu, hangi iftira düzeneklerinin hazırlandığını çok iyi biliyor ve bunların hepsini takip ediyoruz.
Davamızı üç beş çapulcunun keyfine göre yargılatmayız.
Ortalıkta gezen kuklaların, cenaze üzerinde tepinen nebbaşların, onlara gaz veren onursuzların tariz, tazyik ve tahrikiyle Milliyetçi Hareket Partisi’ni ve Ülkü Ocakları’nı sorgulatmayız.
Bizi sindirmeye çalıştıklarını görmediğimiz mi sanılıyor?
Bizden taviz istenildiğini bilmediğimiz mi zannediliyor?
Yazılan hain senaryonun üst aklını, büyük resmini, ağaçların ardındaki ormanı fark etmediğimiz mi düşünülüyor?
Eğer böyleyse zeka özürlü muhataplarının aklına şaşarım, hattızatında hepsine de acırım.
Milliyetçi Hareket Partisi’yle aşık atılamaz, boy ölçüşmeye hiç kimse cüret edemez.
Fason bir 12 Eylül iklimi oluşturup davamızı ve partimizi sanık olarak afişe etmeye kalkanların da alınların karışlar, külahlarını ters giydiririm.
1 Temmuz’da başlayacak söz konusu davaya sadece avukatlarımız katılacak, bunun dışında hiç kimse orada bulunmayacaktır.
Herkes eteğindeki taşı döksün de şahit olalım.
Kim ne biliyorsa, hangi belge, bilgi ve bulguya sahipse, mahkemeye sunsun da hepsinin ense tıraşını görelim.
Milliyetçi Hareket Partisi ile Ülkü Ocakları’nı en küçük bağ ve bağlantısı olmayan bir cinayetle irtibatlandırıp suçlayanlara, bu can bu bedende olduğu müddetçe hakkımı helal etmeyeceğim, ya bu dünyada ya da mahşerde hepsiyle tek tek hesaplaşacağım.
Pensilvanya hukukunun değil Türkiye Cumhuriyeti hukukunun geçerli olduğunu müştereken ve açıklıkla göreceğiz.
Dalımızı kırmak için sıraya girenler sakın ayranımızı kabartmasınlar, sabrımızı zorlamasınlar, köklerini kurutmak bizim için an meselesidir.
İşte böylesi kurşun gibi ağır ortamda ve bu gelişmelerle bağlantılı olarak Türkiyelilik ve Türkiye milliyetçiliği ibareleri gündeme havale edilmiştir.
Devletimizin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Milletimizin adı Türk milletidir.
Coğrafi manada bir kimlik tanımı katiyen masum addedilemez.
Türklük bir etnik köken veya etnisite değildir.
Bizim çizgimiz, “hayatta yegane fahrim, servetim Türklük’ten başka bir şey değildir,” sözünü tarihin boynuna madalya gibi asan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisidir.
İlham kaynaklarımızdan birisi de, “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse, Musul ve Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım” haykırışıdır.
Yine Aziz Atatürk’ün dediği üzere, Türk yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürüdür.
Yabancı ülkelerde iyi niyetli şekilde Türkiyeliyim diyenlere bir şey demiyoruz.
Ancak biz Türk’üz, Türk milliyetçisiyiz, Türk milletinin ve Türkiye’nin hayat boyu sevdalılarıyız.
Değerli Arkadaşlarım,
Önemli gündem konularından birisi de vergi gelirlerinde yapılacak yeni düzenlemedir.
Vergi adaletinin sağlanması konusunda başlatılan kapsamlı çalışmayı son derece olumlu buluyor ve destekliyoruz.
Toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payının düşürülerek doğrudan vergilerin artırılması sosyal ve ekonomik adalete can suyu verecektir.
Türkiye ekonomisi çok şükür fırtınadan çıkmıştır.
Enflasyonda düşüş trendi başlamıştır.
Cari açığı azaltacak, yatırımı teşvik edecek, istihdam ve büyüme artışıyla birlikte bütçe disiplinini sağlayacak, aynı şekilde yapısal reformları başaracak ekonomi programına güveniyoruz ve en kötü günlerin geride kaldığına inanıyoruz.
Motor kurye gelirlerine ve garson bahşişlerine muafiyet getirileceği ortadayken, vergi alınacağını iddia edip korku aşılayanlar samimiyet ve dürüstlük fukarası bir avuç art niyetlidir.
Meclis’e sunulması beklenen düzenlemeden anladığımız kadarıyla, motor kurye faaliyetlerinden doğan ticari kazançlar basit usulde vergilendirilecek, bahşiş gelirleri normal ücret gelirleriyle ilişkilendirilmeyecek ve hizmet bedelinden ayrı gösterilerek KDV’ye tabi tutulmayacaktır.
Bu gerçekler karşısında ortamı bulandırmanın siyaseten ve ahlaken hiç kimseye yararı da dokunmayacaktır.
Diğer mühim gündem konusu ise milletimizin ve hepimizin heyecan içinde takip ettiği 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’dır.
Milli takımımız ilk müsabakasında Gürcistan’ı yenmiş, ikincisinde de Portekiz’e yenilmiştir.
Yarın akşam da kader müsabakası olan, gruptan çıkıp çıkmayacağımızın belli olacağı Çekya karşında evlatlarımız ter dökeceklerdir.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, yenseler de yenilseler de, gruptan çıksalar da çıkmasalar da hepsinin gözlerinden hasretle öpüyor ve onlarla gurur duyduğumuzu bildiriyorum.
Ay yıldızlı formayı inançla taşıyan evlatlarımız Türkiye’yi ve Türk milletini en iyi şekilde temsil etmektedir.
Portekiz maçından sonra özellikle sosyal medyada yapılan dedikoduları, genelde futbolcularımızla ve özelde de Arda Güler evladımızla ilgili yapılan tartışmaları takip ettim.
Arda’nın paylaştığı gibi, Türk’e durmak yaraşmaz.
Teknik kadronun ve oyuncularımızın morallerini bozacak her türlü açıklama ve söylentiden özenle imtina edilmesi kanaatindeyim.
Netice itibariyle futbolda yenmek de vardır, yenilmek de.
Ümit ediyorum ki, aslanlarımız Çekya müsabakasından galibiyetle ayrılacaklar, bunun yanında Avrupa Şampiyonluğunu aziz milletimize hediye edeceklerdir.
Yarın akşam ekran başında Türk Milli Futbol takımımızın muhteşem oyununa inşallah şahitlik edip dualarımla evlatlarımızın manen yanında olacağım.
Ancak Portekiz müsabakasından sonra TBMM’de görev alan eski ve sabıkalı DEM’li milletvekilinin yaşasın Portekiz mesajını sosyal medya hesabından paylaşmasını tam bir namussuzluk olarak yorumluyorum.
Meğer ihanet nasıl da gönülleri kapatıp gözleri kör ediyormuş.
Bu hain ve sözde milletvekili eskisi şayet emekli maaşı alıyorsa derhal kesilmesi, vatandaşlıktan çıkarılması, sevincine ortak olduğu ülkeye gidip yerleşmesi tek seçenek olarak karşımızdadır.
Bayraksızlar, bayraksızlar,
Yere düşse bayrak sızlar,
Nereden bilsin kıymetini
Soysuz sopsuz bayraksızlar.
Yaşasın Türk milleti.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.
Yaşasın ve başarılı olsun Türk Milli Futbol takımı.
Milli futbolcularımıza başarılar diliyor, Allah yar ve yardımcıları olsun diyorum.
Sözlerime son verirken, geçmişte Milliyetçi Hareket Partisi Genel Sekreterlik görevini üstlenen, Ankara Milletvekilliği ve Devlet Bakanlığı yapan devlet ve siyaset insanımız Sayın Mustafa Kemal Erkovan’ın vefatından duyduğum üzüntüyü paylaşıyor, merhuma Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyorum.
Camiamızın ve muhterem ailesinin başı sağ olsun, mekanı da cennet olsun.
Hepinizi saygılarımla selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.
Sağ olun, var olun.