Türkiye’de ekonomik göstergeler, geniş halk kitlelerinin yaşam şartlarını giderek daha da zorlaştırıyor. Açlık sınırının 20 bin 860 TL’ye ulaştığı, yoksulluk sınırının ise 72 bin 156 TL olarak belirlendiği bir dönemde, asgari ücret ve emekli maaşları arasındaki uçurum, yaşamın ne denli güçleştiğini gözler önüne seriyor. Bu gerçek, BİSAM’ın (Birleşik Metal İş Sendikası Araştırma Merkezi) son araştırmalarıyla daha da netleşmiş durumda. Tek başına yaşamanın maliyeti bile 33 bin 634 TL’ye ulaşmışken, milyonlarca insanın bu tablonun altında yaşam savaşı verdiği unutulmamalıdır.
Ekonomik Eşitsizliklerin Ağır Yükü
Asgari ücret 17 bin 2 TL, emekli maaşı ise 12 bin 500 TL olarak belirlenmişken, bu gelir seviyelerinin günümüz şartlarında açlık sınırının bile altında kaldığı aşikâr. Üstelik yalnızca temel ihtiyaçları karşılamaktan öteye geçmeyen bu rakamlar, insanların geleceğe dair umutlarını törpülemekte ve bir toplumun refah düzeyini belirleyen ana göstergelerde ciddi bir gerilemeye işaret etmektedir.
Barınma, gıda, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi temel haklar, artık birçok kişi için "lüks" haline gelmiştir. Örneğin, şehirlerde kiralar 12 bin 500 TL civarına dayanmışken, bu tutar, asgari ücretli ya da emekli bir bireyin maaşının tamamını barınmaya ayırmak zorunda kalacağı anlamına geliyor. Diğer yaşam masrafları ise ya kredi kartlarıyla karşılanmakta ya da eksik bırakılmak zorunda kalınmaktadır.
Açlık ve Yoksulluk Sınırı Nedir?
Açlık sınırı, dört kişilik bir ailenin sağlıklı bir şekilde beslenebilmesi için gerekli olan asgari harcamayı ifade ederken, yoksulluk sınırı ise bu ailenin gıda dışındaki (barınma, eğitim, sağlık, ulaşım vb.) ihtiyaçlarını da karşılayabileceği tutardır. Açlık sınırı rakamının, asgari ücreti neredeyse üçe katladığı bir ortamda, yoksulluk sınırı seviyesinde bir yaşamdan bahsetmek ise gerçek dışı bir hayalden ibarettir.
Gelir Eşitsizliğinin Toplumsal Etkileri
Gelir eşitsizliği, sadece bireylerin yaşamını değil, toplumsal yapıyı da derinden sarsmaktadır. Artan enflasyon, yükselen kiralar, gıda fiyatlarındaki sürekli artış ve enerji maliyetlerindeki yükseliş; düşük gelirli bireylerin hayatlarını idame ettirmesini imkânsız hale getirirken, orta gelirli kesimi de hızla yoksullaştırmaktadır.
Çözüm Önerileri ve Umut Var mı?
Mevcut ekonomik tabloda köklü yapısal değişimlere ihtiyaç olduğu açıktır. Şu öneriler bu bağlamda dikkate alınmalıdır:
Asgari Ücretin Revize Edilmesi: Asgari ücretin açlık sınırının üzerinde bir seviyede belirlenmesi, yaşam kalitesinin artırılması için temel bir gerekliliktir.
Kiraların Denetimi: Büyük şehirlerde kiraların kontrol altına alınması ve uygun fiyatlı sosyal konut projelerinin artırılması önemlidir.
Gıda ve Enerji Fiyatlarının Sübvansiyonu: Gıda ve enerji fiyatlarına yönelik sübvansiyonların artırılması, temel ihtiyaçların daha erişilebilir hale gelmesini sağlayacaktır.
Emeklilik Sisteminin Güçlendirilmesi: Emekli maaşlarının yaşam maliyetlerine uygun bir şekilde artırılması, yaşlı nüfusun daha sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürmesini sağlayabilir.
Vergi Politikalarının Düzenlenmesi: Düşük gelirli bireylerin üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi ve bu yükün daha adil bir şekilde dağıtılması gerekmektedir.
Bugün Türkiye'de birçok birey ve aile, açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkûm bırakılmıştır. Bu tablo, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik bir krizdir. Çözüm, toplumun tüm kesimlerinin bu soruna karşı ortak bir duruş sergileyerek daha adil bir ekonomik sistem için mücadele etmesinde yatmaktadır. Çünkü artık şikâyet etmek değil, harekete geçmek zamanıdır. Aksi halde, yaşamın zor değil, imkânsız hale geldiği bir gelecekle karşı karşıya kalacağız.
ZOR DOSTUM ZOR... AMA UMUTSUZLUK YOK!