Hayat bazen tuhaf bir tiyatro sahnesi gibi. Bir yandan sahnedeki rolümü oynarken, diğer yandan kulislerde fısıldaşanları duyar gibiyim. Bu oyunun adı ne biliyor musunuz? “Arkandan İş Çevirme Senfonisi”! Hem orkestranın başındasınız hem de notaları çalan enstrümanları çalanlara güvenmek zorundasınız. Ama işte o arada, biri trompeti ters çalmaya çalışıyor; neden mi? Kuliste bir oyun dönüyor çünkü.
Yakın duracaksın… Tamam, mesafeye itirazım yok. Hatta destek olurum, omuz veririm, belki bir köşede beraber bir bardak çay içeriz. Ama o çayın içine sinsice tuz atmaya ne gerek var? Mizahi durabilir ama işin içinde ‘niyet’ bozulmuşsa, o tuz biberden beter yakar. İnsan bir noktada kendi kendine soruyor: “Şimdi ben bu çayı içsem midem mi yanacak, içmesem karşımda oturana gönül mü koyacak?”
Arkamdan iş çevireceksin. Tamam, bu da oldu. İnsanlık hâli, bazen yolunu şaşırır, bazen nefsine yenilir. Ama bir zahmet en azından senfoniyi doğru nota üzerinden oyna! Müzik güzel olsun, oyunun adı ‘trajikomik’a dönmesin. Çünkü kulis oyunlarıyla sahne yıldızı olmaya çalışanlar genelde en fazla ışıkçının gözüne giriyor, seyircinin değil.
Sonra da yanında durmamı bekliyorsun. Arkadan iş çeviren, elinde dolu dolu sinsilik taşırken yanımda durmaya çalışıyor. Acaba neden? Aklıma birden şu sahne geliyor: Bir pazar yerinde elma satıyorsunuz ve tezgâhın en önüne parlayan, kocaman elmaları diziyorsunuz. Ama arkada çürük olanları saklıyorsunuz. Yanınızda durduğumda da aynı çürük elmayı avucumda buluyorum.
Sevgili okuyucular, bu köşe yazısı bir sitemden ibaret değil. Aynı zamanda bir ders. Hayatta mizahi bir taraf bulmak zordur, hele ki sizinle yan yana görünenlerin başka planları varsa. Ama insan bazen şöyle bir durup bir nefes almalı. Etrafını süzmeli. Her “yanımdayım” diyen gerçekten yanınızda mı, yoksa sadece gölgesinde kendini koruyor mu?
İşte asıl ibret burada: İnsanlar genelde size ne sunduğunu değil, sizin onlara ne sunduğunuzu hatırlar. Sizinle aynı masada oturur, aynı çorbayı içer, aynı hikayeye güler; ama sırtınıza kazma vurmayı da ihmal etmezler. Şimdi soruyorum, böyle bir anlayış sizce mizah mı yoksa trajedi mi?

