Ayaklarımız Yerde, Uçuyoruz!
İroninin zirvesinde bir toplum olarak, "uçuyoruz" diyoruz ama ayaklarımız yere çakılmış durumda. Mesele basit: Krediyle yaşıyoruz, taksitle nefes alıyoruz, borçla umut besliyoruz. Sonunda ne mi oluyor? Hayatımızın en canlı renklerini bankalara devrediyoruz. "Halkın kredi kartıyla dansı" diye bir belgesel çekilse, eminim ödül üstüne ödül toplardı.
TBB Rakamları: İroninin Matematiksel Hali
Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin verileri tam da bu hikayenin çizelgesini çıkarıyor:
Kredi borcu bulunan kişi sayısı son bir yılda 2,1 milyon artmış ve tam 41 milyon 376 bine ulaşmış. Yani, nüfusun yarıdan fazlasını bankaların çapraz ateşinde hayal edebiliriz.
Kredi borcunun kişi başına düşen ortalaması 63 bin 675 liradan 88 bin 155 liraya çıkmış. Artış oransal olarak bir finans çılgınlığının habercisi: %38,4!
Batık kredilerin oranı %1,8’den %2,7’ye yükselmiş. Yani kredi borcu ödeyemeyenlerin sayısında da ciddi bir artış var.
Tabii ki bireysel kredi kartı borcunda yaşanan trajikomik artışı da unutmamak lazım:
Kredi kartı borcu olan kişi sayısı 2,2 milyon kişi artarak 37,3 milyona ulaşmış. Bu rakam, çok şey anlatıyor ama sözün yetmediği yerdir.
Kişi başı kredi kartı borcu bir yılda %58 artışla 28 bin 289 liradan 44 bin 681 liraya fırlamış.
Ve gelelim asıl bombaya:
Kredili mevduat hesabı (KMH) kullanan kişi sayısı 1,6 milyon artarak 29,7 milyona ulaşmış. Toplam KMH borcu %151 artarak 154,7 milyar liradan 388,3 milyar liraya yükseldi. Bu oranların rüzgarı, insanı alıp bilinmeze sürükler!
Hikayenin Kahramanı: Halk
Burasının altını kalın çizelim: Halkımız tüm bu rakamları adeta şöyle özetliyor: "Borç yiğitliğin kemendidir." Ne de olsa krediyle ay sonunu getirmek, "ben de bir şekilde geçiniyorum" diyebilmenin yeni kuralı oldu.
Ama madalyonun öbür yüzü o kadar parıltılı değil:
Çocukların öğretmenine verdikleri karne hediyesi taksit taksit ödeniyor.
Tatiller "ekstra kredi kartı limitine" endekslenmiş.
Ziyaret edilen AVM'ler adeta çocuklara "hayaller ve taksitler dünyası"nı anlatıyor.
Neydi Suçumuz?
Kabul edelim, bu noktaya gelişimizin hikayesini sadece bireysel hata ya da bankacılık sistemiyle sınırlamak yanlış olur. Gelir düzeyi ile gider arasındaki uçurumun göz ardı edildiği ekonomik politikaları, krediye dayalı büyümeyi temel strateji yapan sistemleri de sorgulamak gerekiyor.
Ama ironik bir paradoks da var: Bu kadar borç birikmişken, çoğu kişi şikayet etmek yerine "Böyle iyiyim, dönüşürüm" modunda takılıyor. Halbuki "dönüşemezsek tükeniriz" gerçeğini kabul etmekten başka çaremiz yok.
Nereye Gidiyoruz?
Hikaye şöyle biter: Borçlar birikir, hâlâ bir umut "bir şeyler düzelir" diye bekleriz. Ama çözüm sürekli ertelenir. Sonunda, toplumun kredisi tükenir. Bunun adı sadece ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda toplumsal bir yorgunluk olur.
Yani ey halkım, her şey kredi kartında bitmiyor! Unutmayalım, "borçla gelen mutluluk", limit aşımından sonra bankaya yazılan bir mesajdan ibaret kalabilir.
Son söz: Ayaklarınız yere basarken uçtuğunuzu hissediyorsanız, yanılıyorsunuz demektir. Teker teker düşmeden, inme vakti geldi de geçiyor bile…

