Konumu itibariyle dünyanın en önemli bir bölgesinde bulunan ülkemizin sahip olduğu potansiyelleri değerlendirmesi durumunda ülkemizi kimsenin tutamayacağı bilinen bir gerçektir. Bilhassa ekonomide, savunmada, ticarette, tarımda ve dış politikada…
Mesela dünyada “Made in China” vurgulu mallar olmadan bugün adeta hayatın sirkülasyonu duracak duruma gelmiş durumda… Neden dünyanın tüketim ihtiyaçlarını “Made in Türkiye” vurgulu mallar karşılamasın? Bizim neyimiz eksik?
Mesela tıpkı Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca bugün dünyada en çok öğrenilmeye çalışılan neredeyse küresel diller konumundadır. Son yıllarda Çin'in beklenmeyen yükselişiyle dünya artık Çince öğrenme çabasındadır. Mesela biz neden bütün dünyanın Türkçe öğrenmesini gerektirecek şartların oluşmasını sağlamayalım?
Bosna-Hersek, Kosova, Irak gibi ülkelerdeki yerel çapta da olsa bazı resmi makamların Türkçe’yi resmi dil görmesi güzel. Neden Irak'ın üçüncü resmi dili Arapça'dan ve Kürtçe'den sonra Türkçe olarak ilan edilmesin? Neden Bosna-Hersek, Kosova gibi ülkelerin devlet nezdindeki ikinci resmi dilleri Türkçe olmasın? Bunların olmaması için bir sebep yok.
Mesela tarihte 16’dan fazla devlet kurmuş Türklerin düşmeyen kalesi ve dünya Türklüğünün, dünya Müslümanlığının ve dünyadaki tüm mazlumların umudu Türkiye neden BMGK'da veto ettiği kararın yürürlüğe girmediği BMGK'daki 6.daimi üye ülkesi olmasın?
Kaldı ki Almanya, Hindistan ve Japonya bugün BMGK'daki 6.daimi üye olmaya çabalarken biz de çabalarımızı bu doğrultuda gerçekleştirmeliyiz. Vizyonumuzu ve misyonumuzu buna göre inşa etmeliyiz.
Türkiye'nin dış politikada tarihsel yerine uygun olarak hür ve müstakil dış politika izlemesi gerekliliğine kanıt olarak sunmak hususunda önemli bir kalemin, Strateji Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanı Şener Mengene'nin kaleme aldığı bir yazıyı, kendi yazımdaki konuyla paralel olan taraflarını ele almak kaydıyla referans gösterirsem galiba daha kuvvetli bir kanıt göstermiş olurum. Millî Vicdan Haber'deki köşesinde Şener Mengene “Güçlü Türkiye İçin Stratejik Öneriler” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Güçlü Türkiye İçin Stratejik Öneriler
Türkiye'nin küresel güç olabilmesi; Milli Güç, Akıllı Güç ve Yumuşak Güç unsurlarına sahip olması ve bunları etkili kullanması ile gerçekleşebilir. Bunu gerçekleştirmek için ekonomik, silah, siber, nükleer güç, enerji, teknoloji, sanayi, ilaç, gıda, coğrafi, tarihi ve nitelikli insan gücü, diplomasi, jeopolitik ve stratejik üstünlüklerini daha etkili kullanmalıdır.
Güçlü Türkiye; bilgili, sağlıklı ve imanlı, inançlı birey, mutlu aile, üreten ekonomi ve helal ticaret, güçlü ordu, ahlaklı nesil ve Kur'an ve Sünneti ölçü alan bir hayat nizamı ile olur.
…
Önerilerimizi kısaca bilgilerinize sunuyoruz:
İCAT-MARKA-PATENT OLUŞTURMAK
Ülkemizi dünyada tanıtacak en az on marka oluşturmalıyız. Bugüne kadar böyle bir çalışma yapılmaması büyük bir eksikliktir. Almanya sanayisi ile, Fransa aynı şekilde, Japonya teknoloji ile, ABD çeşitli ürünlerle bunu yapıyor. Bizim hala böyle bir çalışmamız yok. Bir an önce böyle bir konsept belirlenmeli ve gerekirse devlet desteği sağlanmalı. Bu markalar Türkiye'nin dünyaya açılan yüzü olmalı. Türkiye'nin vitrini olmalı. Gıda ve tarım ürünleri olabilir, kültürel ve sanatsal ürün olabilir, sanayi ürünü olabilir. Sadece bu madde bile başlı başına çok önemli bir tespittir. Mutlaka yapılmalıdır.
BÖLGE-YAKIN-UZAK ÜLKELERLE TİCARET
Bölge ülkeleri ile ticareti geliştirmeliyiz. Bölgesel işbirliklerini ve ortak pazar projelerini hayata geçirmeliyiz. Öncelikle üretimi artırmalıyız. Her alanda üretim. Tarım, tekstil, gıda, bilim, teknoloji ve sanayide üretim. Komşu ülkelerle ikili ticareti geliştirmeliyiz. Özellikle Orta Asya, Afrika, Kafkas, Balkan, Karadeniz ve Akdeniz ülkeleri. Kendi ulusal para birimimiz ile ticaret yapmalıyız.
GİYİM-TEKSTİL-DOKUMA
Türkiye'nin en önemli döviz girdisi sağlayan lokomotif sektörlerinden birisi olan tekstil sektörü yeniden canlandırılmalıdır. Özellikle dünya piyasalarına hitap edilmeli ve bunun önü açılmalıdır. Atölyeler bütün Anadolu'ya yayılmalıdır. Afrika'ya yönelik çalışma yapılmalıdır.
KÜLTÜR-TURİZM-TARİH-MEDENİYET
Dünyada iddialı olduğumuz bir alan ve çeşitli alternatiflere sahibiz. Turizm bütün yıla ve bütün illere yayılmalı, konaklama, deniz turizmi, doğa turizmi, tarih turizmi, kış turizmi ve inanç turizmi geliştirilmelidir. Sağlık turizmi önemli bir ivme kazandı, daha üst seviyelere çıkartılabilir. Karadeniz bölgesinde doğa turizmi geliştirilmelidir.
DENİZ TİCARET FİLOSU
Üç tarafı denizlerle çevrili olan bir ülkeyiz. Deniz ticareti potansiyelimiz var, bunu daha üst seviyelere çıkarmalıyız. Deniz ticareti ve deniz taşımacılığı geliştirilmelidir. Deniz ticaret filosu oluşturmalıyız. Denizcilik Bakanlığı yeniden kurulmalıdır.
ULUSLARARASI ORGANİZASYONLAR
Uluslararası organizasyonlara ev sahipliği yapılmalı ve Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonaları düzenlenmeli. F1 Grand Prix yarışları kalıcı ülkemize kazandırılmalıdır. Formula-1, 9 yıl aradan sonra ülkemize kazandırılması büyük bir başarıdır. Bunun önemini daha önce defaatle ifade ettik. Rusya ve Ukrayna da savaş nedeniyle yapılamayacak organizasyonlar alınabilir.
SERBEST TİCARET BÖLGELERİ
Serbest ticaret antlaşmaları ve serbest ticaret bölgelerini artırmalıyız. Serbest bölge uygulamasını geliştirmeliyiz. Mücevherat sektöründe uluslararası tanıtıma ve pazarlamaya geçilmeli.
DEVLET-ÖZEL SEKTÖR ÜNİVERSİTELER İŞ BİRLİĞİ
Yine devlet, özel sektör ve iş dünyası ortaklığı ile yeni yatırım projeleri hayata geçirilmeli. Ayrıca uluslararası fuar ve tanıtım organizasyonlarına ev sahipliği yapmalıyız.
MADENCİLİK-YERALTI KAYNAKLARIMIZ-NADİR TOPRAK ELEMENTLERİ
Yeraltı zenginliklerimizi sadece Bor, Toryum madeni olarak düşünmeyelim. Platin, Paladyum, Rodyum, Nadir Toprak Elementleri ve yarı iletken çip üretiminde kullanılan Neon Gazi gibi diğer madenlerimizi üretime ve ihracata kazandırabiliriz. Bunun gibi çok sayı da alternatif çözüm önerisine sahibiz ve bu önerileri hayata geçirebiliriz. Hidrokarbon araştırmalarına devam etmeliyiz. Yeni sondaj sahaları açmalıyız. MTA, TPO, BOTAŞ, TÜBİTAK bu çalışmalara yol açmalıdır. Nadir Toprak Elementlerine ağırlık verilmelidir.
YENİ TEKNOLOJİLER-BİLİM-SANAYİ-TEKNOLOJİ-SANAYİ
Teknoparklarımızı daha uygun şartlara getirmeliyiz. Özellikle kira ve vergi gibi destekler verilmelidir. Yüksek teknoloji üretimi desteklenmeli ve mikroçip üretimi teşvik edilmelidir. Yerli otomobil önemli bir başlangıç olacaktır. Yapay zeka, 3D yazılar, robotik ürünler, uzay teknolojiler, metalurji, nanoteknoloji, bioteknoloji, yüksek dijital teknolojiler ve yerli yazılımlar desteklenmelidir. Elimizde Bor, Platin, Paladyum, Rodyum, Nadir Toprak Elementleri gibi önemli önemli maden ve Kenevir gibi stratejik bir bitki var, bunları çok daha etkili kullanmalıyız ve üretim alanını genişletmeliyiz. KOSGEB, TÜBİTAK, TEKNOPARK ve Teknoloji Bakanlığı daha fazla destek vermelidir.
OTOMOTİV-ULAŞTIRMA
Devrim otomobili devam etmiş olsaydı bugün çok önemli bir marka olacaktı. Bir çok önemli girişim engellendi. Şakir Zümre, Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Nuri Killigil gibi çok önemli yatırımlar engellendi. Çok önemli mucitlere ve bilim adamlarına sahibiz. Büyük bir fırsat kaçırdık. TOGG ve HABAŞ dünyada hibrit elektrikli araçlar içerisinde ilk sıralarda yer alacak.
GÜVENLİK-SAVUNMA SANAYİ
Türkiye savunma sanayinde önemli gelişmelere imza attı. MİL-GEM, İHA-SİHA-TİHA, İDA, SİDA, MİUS, Kızılelma, Seyir Füzesi, Tayfun, Atak Helikopteri, Kızılelma MİUS, Altay Tankı, Uçak Gemisi, Denizaltı, Hisar-A, Hisar O, Siper, Sungur, Alp, Gürz, Korkut, Gökberk, İhtar, Şahin, Radnet, Hakim, Koral, Vural, Atmaca, Tayfun, Milli Piyade Tüfeği gibi önemli başarılara imza atıldı. ASPİLSAN-ASELSAN-HAVELSAN-ROKETSAN-TAİ (TUSAŞ)-MKE, ASFAT önemli hizmetler icra ediyor. Balistik, Hipersonik, Süpersonik Füze ve Termobarik Bomba yapımına ağırlık verilmelidir. Uzun menzilli hava savunma sistemi, yerli muharip uçak, uçak gemisi yapılması ve devam eden projelerin tamamlanması ile büyük bir güce kavuşacağız.
GIDA-TARIM-HAYVANCILIK
Kendi kendine yeterlilik çok önemli. Gıda stratejik bir alana dönüştü. Yeni Pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşının uzaması dünyada özellikle buğday olmak üzere gıda sıkıntısına yol açacaktır. Ülkemiz bu alanda oldukça zengin bir potansiyele sahiptir. Verimli tarım havzalarına sahibiz. Yeniden bu alana önem vermeliyiz. Yerli Ata tohum, organik gübre, yem ile tarım ve hayvancılık desteklenmeli. Özellikle konar-göçer hayvancılık yapan Yörükler desteklenmelidir. Gıda Tarım Bakanlığı, TMO, TİGEM, TAGEM, ÇAYKUR, FİSKOBİRLİK gibi kurumlarımız daha fazla destek vermelidir. Tarım Kooperatifleri kurulmalı ve üretim desteklenmelidir. Dünya da Gıda ve Su'ya olan ihtiyaç her geçen gün artıyor. Afrikada ve dünyada su havzaları satın alınmalı ve verimli araziler kiralanma ve organik tarım yapılmalıdır.
AFET VE ACİL DURUM YÖNETİMİ
Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezleri geliştirilmeli, bütün il, ilçe, mahalle ve köylerde arama kurtarma gönüllü ekipleri kurulmalı, Türkiye Afet Müdahale Planı güncellenmektedir. Dere yatakları ve fay hatları üzerindeki yerleşim yerleri tahliye edilmeli ve güvenli yerler inşa edilmeli, bunun için yeni bir iskan politikası belirlenmelidir. Güvenli Kamu arazilerinde yeni yerleşim yerleri kurulmalıdır. Kronik deprem ve heyelan riski olan yerleşim yerleri tahliye edilmelidir. Orman Yangınlarına karşı mevsimsel ve bölgesel planlama yapılmalıdır.
ULUSLARARASI KURULUŞLAR
BM, AB, D-8, G-8, G-20, BİRÇS, IIT, AFB, WTO, TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI, TÜRKSOY, NATO, AGİT, ASEAN, BİK, OECD, OPEC, APEC, KEİ, NAFTA, LAFTA, MİKTA, KİK, gibi uluslararası ekonomik kuruluşlar olmak üzere, Türk ve İslam Ülkeleri ile çok taraflı antlaşmalara imza atarak, yeni ekonomik ortak pazarlar ve İşbirlikleri gerçekleştirmeliyiz. Türk Birliğini kurmalıyız. Rusya-Ukrayna çatışmasında Türkiye savaşın sona ermesi için tarafsız ve arabulucu olarak çok önemli bir görev icra etmiş ve diplomatik gücünü etkili olarak kullanmıştır. Suriye, Mısır, Suudi Arabistan, Libya ile de bu şekilde diplomatik görüşmeler ve ticari ilişkiler devam etmelidir.”
Bu tanımadığım şahsiyetin sözlerine bir şey de ben katayım:
Ticaret konusunda günümüzde değilse bile gelecekte ülkemizin hedefi, Güneydoğu Asya'ya değin uzanacak bir Barış ve Kalkınma Yolu Projesi'ni hayata geçirmek olmalıdır. Türkiye üzerinden KKTC, Somali, Katar, Pakistan, Maldivler, Bangladeş, Malezya ve Endonezya muhakkak birbirlerine bağlanmalıdır.
Bu hem ticari ve askeri açıdan güçlü bir ittifak hem de Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu'na ulaşım yolu olacağı gibi bu yolu kontrol altında tutanlar Doğu-Batı ekseninde enerji yollarını da kontrol altında tutar.
Gelecekte insansız sistemler bu örnekteki gibi büyük alanların kontrolünü daha da kolaylaştıracak.
Bu sebeplerle Türkiye bu ülkelerin her birinde en az birer askeri deniz ve hava üssü edinmeyi "hedeflemelidir".
Ekonomiye gelince neoliberal politikaların gün geçtikçe zayıfladığını görmekteyiz. Çünkü dönüp baktığımızda dünya ekonomisinin büyük bir dönüşümden geçtiğini görüyoruz. 1970’li yıllardan başlayarak hemen hemen bütün
dünya ekonomisine hâkim olan neoliberal ekonomik politikalar, 2008 finansal krizinde ağır darbe almış ve 2020’de başlayan Covid-19 salgını sırasında yaşananlar sonucunda büyük yıkım yaşamıştır. Neoliberal ekonomik
politikalar zayıflarken, dünya ekonomisinin yeni büyük gücü Çin 1978’den bu yana insanlık tarihinin gördüğü en büyük ekonomik kalkınmayı devlet kapitalizmi ile gerçekleştirmiştir.
Dünyadaki tüm bu gelişmelerin bize gösterdiği hakikat şudur:
Covid 19 sonrası dünya ekonomisi piyasanın görünmez eline değil, milli devletlerin ekonomik yaşamda yönlendirici ve büyük rol oynadığı bir döneme girecektir. ABD bile Çin ile ekonomik
rekabeti sürdürebilmek adına devletin ekonomideki rolünün artırılması için ekonomik planlama tartışmalarına başlamıştır.
Küresel ekonominin yeniden yapılandığı, küresel ekonomik rekabetin yeni bir boyuta taşındığı bir dönemde Türkiye, küresel politik, jeopolitik olduğu kadar ekonomik rekabetin de odak noktalarından birisidir. Bir yandan AB tam
üyeliğine aday ülke konumunda, diğer yandan Çin’in büyük ekonomik ve jeopolitik hamlesi olan Tek Yol-Tek Kuşak Projesi’nin ekseni üzerindedir.
Dünya ekonomisinin yaşadığı tek dönüşüm 2008 finansal krizi ve Covid 19 salgını ile neoliberal ekonomik politikaların çöküşü değildir. Dünya 4.Sanayi Devrimi’ni yaşamaktadır. 4.Sanayi Devrimi’nin sonuçları, 1.Sanayi Devrimi kadar etkili olma potansiyeline sahiptir. 4.Sanayi Devrimi yaşamın her alanını etkileyecektir. Çalışma günleri ve saatlerinin kısalmasından, evlerin işyerine dönüşmesinden, askerlerin yerini robotların almasına kadar geniş ve derin sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
İşte ekonomideki istikametimizi de bu gerçekleri göz önünde bulundurarak belirlemek zorundayız. Ülkemizdeki güçlü ve yaratıcı sermaye gruplarımızın küresel piyasalarda
büyük oyuncu olmasını desteklemek ülkemizin birinci önceliği olmalıdır. Ekonomideki üretim sürecini, orta düşük ve orta yüksek mal
üretiminden, yüksek teknolojili mal üretimine behemehal taşımak mecburiyetindeyiz. Çünkü devletimizi, ülkemizi ancak bu yolla zenginleştirebilmemiz mümkün olacaktır. Ama elbette ki ülkemizi bir anda zengin, güçlü ve mutlu kılacak bir sihirli formül bulmak mümkün olamasa da uzun erimli, sabırlı, etkili, verimli, sistemli; çalışmayı ve üretmeyi yaşam tarzı kabul eden bir anlayış tesis edildiği takdirde Çin'deki mucizeyi, yani zengin, güçlü ve mutlu devlet ve millet var edebilmeyi başarabilmek mümkün olacaktır.
Türkiye, “İnsanı merkeze alan” hem günümüz hem de gelecek nesilleri düşünerek hareket eden, ekonomik, ekolojik ve sosyal sürdürülebilirliğin sağlandığı bir Planlı Sürdürülebilir Kalkınma stratejisini, küresel ekonomideki değişim ve gelişimleri de takip ederek serbest piyasa ile uyum içerisinde ortaya koymalıdır.
Türkiye serbest piyasa ekonomik sisteminin işlerliğini kuvvetlendirecek mülkiyet, marka, patent ile tasarımların korunmasını; yatırım sürecine aktarılmasını kolaylaştırmak mecburiyetindedir.
Türkiye, özel şirketler ve bireysel yatırımcılarımızın küresel ekonomi içinde ve piyasa şartlarında rekabetçi olmasını özendirmeli ve desteklemelidir.
Plânlı Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’nde Türkiye, üretilen servetin adil dağılımına yönelik politikaları belirleyen devletin, ekonomik faaliyetlerin milli menfaatler içinde dengelenmesini esas alan etkin bir aktör olarak yer almasını sağlamalıdır.
Türkiye, küresel rekabet içinde ekonomik aktörlerin işbirliğinden maksimum faydanın oluşturulacağı bir yaklaşımın ürünü olan Plânlı Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ni muhakkak hayata geçirmelidir.
Türkiye için Plânlı Sürdürülebilir Kalkınma; ekonomiyi rekabete açarak, ileri teknoloji ürünü, yüksek yurt içi katma değerli, küresel rekabet şansı olan mal ve hizmetleri üretebilen, refah ekonomisinin altyapısını ve politikamızın temelini oluşturan güçlü bir çıkış noktasıdır. Bu sayede Türkiye’nin dünya içindeki yeri güçleneceği gibi dünyanın en güçlü ilk on ekonomisi arasına girerek Çin hızında bir kalkınma mucizesi ortaya konacaktır.
Sürdürülebilir bir ihracat için ihracat yapılan ülkelerde her an satın alınabilir ürün bulundurmak üzere lojistik ve pazarlama merkezleri kurulmalıdır.
Yine tarım kentleri, tarım kasabaları tesis edilmelidir, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere büyükşehirlerdeki kalabalık nüfusu artık Anadolu'nun kıraç arazilerine geri döndürecek şartlar oluşturulmalıdır.
Ve bilhassa Hz. Fatih’in zafer mührünü vurduğu Şehr-i İstanbul’un artık megapol olduğu süreç tarih olmalı, İstanbul’umuz artık 5 milyonluk bir kültür, finans kentine dönüştürülmelidir. İstanbul'daki sanayi kolları yavaş yavaş Anadolu’ya, kıraç arazilere taşınmalıdır. Samsun’dan Ceyhan’a bir boru hattı çekildiği takdirde boğazların kullanımına da lüzum kalmayacaktır. Zaten boğazların trafiği düşüyor, Samsun-Ceyhan boru hattı sayesinde boğazlar doğal sirkülasyonuna bırakılarak dinginleşecektir.
Ayrıca Karadeniz’deki enerjiyi Akdeniz’e yığacak projeler devlet politikasına dönüştürülmelidir.
Ülkemizdeki ekonomik dinamizmin depar attırmasını sağlayacak adımlar süratle atılmalıdır:
Anadolu Kalkınma Kuşakları ve bölgelere göre dağılımı gerçekleştirilecek olan kolektif tarım ve hayvancılık yapılacak münhasır alanlar oluşturulmalıdır.
GAP, DAP gibi projeler süratle devam ettirilmelidir.
Bilindiği üzere ülkemiz bir deprem kuşağı ülkesi ve şehirlerimizdeki tüm yapıların depreme dayanıklılıkları kontrol edilmeli ve zemin etütleri yapılmalı, şehirlerimizde depreme dayanıklı olmayan sağlıksız konutlar dönüştürülmelidir. Olası depremlere karşı her türlü önlemler alınmalıdır. Zira bilinmelidir ki depremlerde yaşanan her türlü can ve mal kaybı, milli servet için de bir eksi oluyor ve ekonomiye de dolaylı olarak olumsuz etki yapıyor.
Ticarette mutlaka ihracatımızın ithalatımızı en az 10’a katlamasını sağlayacak hacim tutturulmalı, ihracat kalemimizde yüksek teknolojinin payının en az %30 dolaylarına gelmesini sağlayacak politikalar geliştirilmelidir.
Yabancı firmaların Türkiye'ye hem üretim hem AR-GE merkezlerini taşımaları teşvik edilmelidir. Üretim tesislerini taşıma konusunda çekince yaşamamasına rağmen AR-GE merkezlerini taşımamak için çeşitli çekinceler ortaya koyacak olan yabancı firmaların ikna edilmeleri sağlanmalı, Atatürk’ün yurt dışına öğrenci yollarken “Sizi kıvılcım olarak gönderiyoruz, alev olarak geri dönmelisiniz” diye bulunduğu nasihat örneğinde olduğu gibi yurtdışında eğitim alıp kendilerini geliştirecek olan Türk evlatlarının tersine beyin göçü yapmalarıyla beraber, üretim tesislerini ülkemize getirecek yabancı firmalar, kendi sistemlerinde eğitim görmüş daha ucuza çalıştırabildikleri çalışanlarla buluşma fırsatı elde edebileceklerdir. Bunun yanı sıra, devletimizin gerekli hukuki değişikliklerle fikri mülkiyetin korunması konusunda gelişme kaydedecek oluşuyla birlikte, firmalar AR-GE merkezlerini de taşıyacaklardır. Bu süreç de ülkemizdeki teknolojik atılımlar için önemli bir fırsat ortaya çıkaracaktır.
İlaveten AR-GE yatırımları teşvik edilirken teşviklerin verimliliğe ve etkinliğe katkıları tespit
edilerek özel sektörün yetersiz kaldığı durumlarda kamu eliyle verimlilik ve etkinliğe katkı sağlayacak mekanizmaların tesisi olmazsa olmazdır.
Teknolojinin gelişmesine katkı yapmak ve teknolojiye sahip olmak açısından son derece önemli olan ve sanayicimizin üretimlerinde kullanmış olduğu her türlü parça, yarı mamul, yedek parça, bileşen gibi ithal edilen ürünlerin öncelikli olarak ülkemizde üretilmesini sağlayacak koşullar devlet eliyle oluşturulmalıdır.
Yukarıdaki satırlarımızda da belirttiğimiz gibi, sanayi ve ticaretin yoğunlaşmasıyla başta İstanbul ve Marmara olmak üzere Ankara ve İzmir’in de dahil olduğu büyükşehirler nüfus açısından da süper metropole dönüşmüş,
İstanbul ve çevresi ulaşabileceği en üst noktaya kadar dolmuştur. Bu durum, megapol İstanbul kadar olmasa da başka büyükşehirlerimizdeki şartlarla da benzerlik taşımaktadır. Bu yüzden başta İstanbul ve Marmara olmak ve Ankara, İzmir de dahil olmak üzere büyükşehirlerdeki sanayi ve ticaret yığılmasını yukarıdaki satırlarımızda da savunduğumuz gibi Anadolu'nun kıraç arazilerine doğru dağıtmak zorundayız. Ezcümle, ülkemiz yeni sanayi ve ticaret koridorları üretmek zorundadır.
Marmara Bölgesi'nde ise düşük ve orta teknolojiden ileri teknoloji ürünleri üreten sanayiye dönüşüm süreci başlatılırken yukarıdaki satırlarımızda da söylediğimiz gibi kültür, finans merkezine dönüştürülmenin yanı sıra Avrasya’nın yeni ileri teknoloji merkezi olarak yapılandırılmalıdır.
Ayrıca bu bölgeler turizmin her türlü kolunda öncü bölge olabilme potansiyellerine sahiptir ve bu potansiyeller değerlendirilmelidir.
Kurulacak olan sanayi ve ticaret koridorlarına stratejik yatırımların kaydırılması sonucunda çevre illerle birlikte anılan bölgeler, Türkiye’nin kalkınmasının kaldıraçları haline gelecektir. Ama elbette ki bu sanayi ve ticaret koridorlarındaki yeni yatırımlara devlet her türlü desteği sağlamalıdır.
Ayrıca çip teknolojisinde mutlaka muasır medeniyetleri yakalamalı, hatta onları geçmeliyiz. Yapay zeka ve bilişimde Çin ve ABD ile rekabet edecek, hatta onlara kafa tutabilecek seviyeyi muhakkak yakalamalıyız.
4.Sanayi Devrimine geçiş için gerekli teknolojik altyapıları tamamlayarak, “Silikon Vadisi” benzeri tekno-kentlerin ülkemizde kurulması elzemdir. Küresel ihtiyaçlara duyulan gereksinim doğrultusunda hızlı bir şekilde verilecek hizmetler ve üretilecek teknolojiler belirlenerek devletimiz, özel sektör ve üniversitelerin ortaklaşa yapacağı çalışmalar
ile bu teknolojileri yaratma konusunda yatırımlar yapmalıdır.
Ve muhakkak teknobanklar kurmalıyız.
Hibrit elektrikli araçlar teknolojisinde muhakkak Çin gibi öncü ülkelerle birlikte aynı lige adımızı yazdırmalıyız.
İcat, marka ve patent konusunda muhakkak dünyada kimsenin aklına gelmeyen buluşları yapmalıyız. Yani patenti, icadı, yaratıcısı Türklerdir, Türkiye'dir dedirtecek bir perspektifi ortaya koymak durumundayız.
Bu arada sanayi, teknoloji, icat demişken bunlarla birlikte zikrettiğimiz ticaret konusunda bir parantez daha açmakta fayda var ki mesela deniz ticaretinde ülkemiz dünyada öncü ülkeler arasına girebilir. Ayrıca denizlerimizden farklı şekillerde de yararlanabiliriz ki kıyılarımızın olduğu denizlerden başta petrol ve doğalgaz çıkarımı olmak üzere değerli maddelere erişim de buna dahildir. Ayrıca denizlerimizden yararlanabileceğimiz bir alan, doktrin vardır ki adı Mavi Vatan’dır.
Mavi Vatan Doktrini bizim namusumuzdur ve buna göre politikalar inşa edilmelidir.
KKTC bizim Akdeniz'deki kalemizdir. KKTC’nin dünyaya tanıtılması için cesur adımlar atılmalıdır. Özellikle Filistin mezalimi vesilesiyle Filistin dünyada tanınma yolunda hızla ilerlerken, yine Kosova tüm Atlantik güçlerince tanınırken, Gürcistan topraklarında Rusya'nın ileri karakolu gibi kurulan Abhazya ve Güney Osetya tüm Avrasya güçlerince tanınırken bizim KKTC’yi dünyaya tanıtamamamız kabul edilemez.
Kıbrıs'taki ve Doğu Akdeniz'deki Rum/Yunan taşkınlıklarına geçit verilmemeli, bu şımarıklıklara karşı her türlü adım atılmalıdır.
Fatih Kaymakamlığı’na bağlı olsa da sürekli ekümeniklik iddiası güden Fener Rum Patrikhanesi kurulacak bir din işleri yüksek kuruluna bağlanarak sadece Türkiye'deki Rum tebaasına hitap etmesine izin verilmelidir. Ayrıca Atatürk’ün Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı Papa Eftim'le birlikte kurduğu Türk Ortodoks Patrikhanesi denge unsuru olarak kullanılmalı ve güçlendirilmelidir. Türkiye dışında yaşayan ve başta Gagavuz, Sekel ve Çuvaş asıllı olmak üzere Ortodoks Türk soydaşlarımıza hitap eden bir pozisyona getirilmeli ve neticede Rus Ortodoks Patrikhanesi, Fener Rum Patrikhanesi'nden sonra dünyanın üçüncü büyük patrikhanesi olması sağlanmalıdır. Ve kurulacak bir din işleri yüksek kuruluna Rum Ortodoks vatandaşlarımıza hitap etmek üzere nasıl Fener Rum Patrikhanesi bağlanacaksa Ortodoks Türkleri de temsilen Türk Ortodoks Patrikhanesi de bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Kurulacak bu din işleri yüksek kurulu Türkiye'deki tüm inançları temsil eden kurumların bağlanacağı üst kurum olmalıdır. Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı da yine bu din işleri yüksek kurulunun içinde olurken Diyanet İşleri Başkanlığı da bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Hakeza Caferi inancından insanların da temsil edileceği bir teşekkül de bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Yine İstanbul Karaköy'de havrası olan Musevi Karay Türkleri için Karay İnancı Başkanlığı kurulup bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Yeryüzündeki Türk Ortodoksların, Karayların ilgili başkanlıklara bağlanması için destek verilir. İbadet yerlerinde çalışanların aylıklarını ilgili başkanlıklar sağlar. Bunun için onların da vakıf kurmaları çözüm sağlar. Yapılması gereken budur.
Türk Devletleri Teşkilatı Türk Birliği ile sınırlı kalmamalı, tüm Altay ırk ailesinin yer alacağı bir pakta dönüşmelidir. Ortak Ural-Altay-Fin-Turan-Ugor ırk ailesi mensubiyetimizin mevcut bulunduğu kuzen ülkelerimiz olan Kore'den Moğolistan’a, Finlandiya’dan Japonya’ya, hatta Estonya’ya kadar bir ortak Ural-Altay-Fin-Turan-Ugor Paktı'na dönüştürülmelidir.
Ardından inşAllah D-8'i D-20 hatta D-60 yaparak, İslam İşbirliği Teşkilatı'nı güçlendirip İslam Paktı'na çevirerek bir tarafta Altay ırk ailesi ortak mensuplarımızla bir tarafta da bilumum tüm Ümmet-i Muhammed böylece Selçuklu kartalı misali iki kanadını da güçlendirmiş bir Türkiye daha adil bir dünya düzenini kuracak; Pentagon'ların, Brüksel'lerin, New York'ların, Tel-Aviv'lerin, Washington'ların, Moskova'ların, Pekin'lerin, Londra'ların, Paris'lerin dünyaya dayattıkları adaletsiz sistemi paramparça edecektir.
Türk Dünyası bize bakıyor. Türkiye’ye…
Bunu fırsat olarak görmeli, Ermenilerden Yahudilere Yunan/Rum cenahından Hindulara değin dünyayı lobileriyle, diasporalarıyla avuçlarının içine alan uluslardan daha iyi işler çıkarmalıyız. Şöyle ki, Avrupa Türkleri başta olmak üzere Türk Dünyası’nda “toplumsal birliktelik” muhakkak sağlanarak düşünce ve
eylemde “diaspora ruhu” ile hareket etme imkanları oluşturulmalı, Amerika'dan Avrupa’ya dünyanın birçok yerlerinde Ermenilerden Yahudilere Yunan/Rum cenahından Hindulara değin kongreleri, senatoları satın alıp yaşadıkları gurbet diyarlarının devlet politikalarını belirleyebilecek durumda olma vaziyetlerini biz Türkler de başarmalıyız.
İslâm Dünyası bize bakıyor. “İslâm Dünyası katarımızın lokomotifi ol!” diyor Müslüman Halklar…
Balkanlar ve Ortadoğu başta olmak üzere Afrika'dan Güneydoğu Asya'ya değin Müslüman halklar diplomasimizde dostluk köprüleri yapılarak o diyarlardaki ülkelerle ittifaklar geliştirilmelidir.
Bir defa ötekileştirmekten kurtulmalıyız.
Aziz Milletim…
Hem kendin hem de üzerinde vatan olarak tutunduğun Anadolu hedeftir.
Büyük olmaz isen bil ki hem geleceğin hem vatanın yok edilecektir.
Sen Büyük Türk Milleti’nin 1200 yıldır bağımsız ve İslâm’ı yaşamış, temsil etmiş en büyük gövdesisin.
İki büyük dünya ile ilgilenmek zorundasın.
Türk Dünyası’nın öncü devletisin.
Türk Milleti ile dinine bakmaksızın ilgilenmek, kalıcı dostluklar oluşturmalısın. Çünkü bu senin gücünün bir parçası.
İslâm’ın 1200 yıldır Ordusu ve sancaktarı olmuş, 550 yıl boyunca İslâm Hilafetini elde tutmuşsun.
Milliyetine bakmaksızın İslâm Dünyası ile ilgilenmek zorundasın.
Büyük ve güçlü olmaktan başka çaren yoktur.
Gücü de çok çalışarak, dünyada iyi örgütlenerek sağlayabilirsin.
Gayrimüslim Türkler, Türk Dünyası’nın bir parçasıdır.
Musevi Türkler, İsrail’de Yahudi nüfusta çoğunluktadırlar. Bunlara Müslüman Filistinlileri, Kafkasya’dan göçen Çerkezleri, Türkiye’den göçen Seferad Yahudilerini de ekleyin. İsrail demografisi üzerinde Türkiye etkisini değerlendirilmelidir. Öyle ya Lübnan, Ürdün, Irak ve Suriye'de nasıl Müslüman Türkmenler varsa Filistin’de de Müslüman Türkmenler var ve Filistinli Türkmenlerle İsrailli Hazarlar Filistin-İsrail ihtilafında birbirlerine namlu doğrultuyorlar. Tıpkı Haçlı seferlerinde Müslüman Türk devletleriyle Haçlı ordusunda paralı asker olarak yer alan Uzlar ve Peçenekler misali… Bu Türklüğe yakışmaz. Hem Filistin’deki Türkmen, hem de İsrail'deki Hazar etkisini Filistin ve İsrail demografileri üzerindeki Türkiye etkisi haline getirmeli ve iki devletli çözümü de Türkiye sağlanmasına en büyük katkıyı sunmalıdır. Bakın bu konuda hem Rusya'nın, hem de Çin'in izledikleri politikalar Türkiye için emsal olmalıdır zira bu iki ülke hem İsrail'le iyi bir dirsek teması yapıyorlar hem de bağımsız bir Filistin’i de destekliyorlar. İki tarafa da söz geçirebilen dünyadaki nadir devlet konumundalar. Türkiye de bu pozisyonu yakalamalıdır.
Yani dış politikada Atlantik ve Avrasya eksenlerinden ayrı olarak üçüncü bir düzen tarihte 16’dan fazla devlet kurmuş Türkler tarafından gerçekleştirilmelidir. Dünyayı Atlantik-Avrasya kutuplaşmasından kurtarmalı, dünyaya üçüncü bir çıkış yolunu sunacak vizyona ve misyona sahip olmalıyız.