Tarih boyunca kadın, dünyanın birçok coğrafyasında farklı tanımlarla aşağılanmış, ikinci plana itilmiş, varlığı yok sayılmış bir figür olarak görülmüştür. Her kültürün, dinin ve medeniyetin kadına dair söylemleri, çoğu zaman erkeğin üstünlüğünü vurgulayan kalıplar üzerinden şekillenmiştir.
Rus’un “Her kadın bir damat için doğmuştur” demesi, Alman’ın “Yeryüzünde iki iyi kadın vardır: biri daha doğmamıştır, diğeri de ölmüştür” diye ifade ettiği yargılar, İranlı’nın kadını “iblisin kamçısı” olarak görmesi ya da Hintli’nin kadını “cehennemin baş kapısı” olarak nitelemesi, kadına yönelik evrensel bir ayrımcılığın en somut ifadeleridir. Bu ifadeler, tarih boyunca kadını erkek aklının yarattığı dünyada ikinci plana iten, onu yalnızca biyolojik ve toplumsal bir rol ile sınırlandıran bir anlayışı temsil etmektedir.
Ne yazık ki Osmanlı coğrafyasında da kadının yeri çok farklı değildi. Kadın, “erkeğin elinin kiri” olarak görülmüş, birey değil, erkeğin himayesine muhtaç bir varlık olarak algılanmıştır. Ancak, dünya tarihinde bir lider çıktı ve bu anlayışı kökünden değiştirdi: Mustafa Kemal Atatürk.
"Yeryüzünde Gördüğünüz Her Şey Kadının Eseridir"
Atatürk, tarihin çarkını tersine çevirerek kadınlara insanlık onurunu kazandıran ve onların toplumdaki hak ettiği yeri almasını sağlayan bir lider olarak öne çıkmıştır. “Yeryüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir” sözü, sadece Türk kadını için değil, tüm dünya kadınları için bir onur nişanı, kadına insanlık tarihindeki hak ettiği değeri veren devrim niteliğinde bir cümledir. Atatürk, bu sözüyle sadece bir ideali dile getirmedi, aynı zamanda Türk kadınının çağdaş ve eşit bir yurttaş olarak toplumda yer alabilmesi için somut adımlar attı.
Cumhuriyet ile birlikte kadın, ilk kez “erkeklerin arkasında” değil, onlarla omuz omuza bir düzlemde yer aldı. 1926’da kabul edilen Medeni Kanun ile kadın-erkek eşitliği sağlandı; çok eşlilik kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı tanındı. 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiğinde, pek çok Avrupa ülkesinde bile kadınların bu hakları yoktu. Atatürk, “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyerek, Türk kadınının toplumdaki yerini ve değerini evrensel bir hakikat olarak ilan etti.
Kadınların Atatürk'ü Sevmemesi: Bir Çelişki
Bugün, O’nun getirdiği haklarla özgürce yaşayan ve bu hakların sunduğu imkanlarla toplumsal hayatta yer bulan bazı kadınların “Atatürk’ü sevmiyorum” diyebilmesi, sadece tarihsel bir gerçekliğin değil, aynı zamanda insani bir varoluşun da inkarıdır. Kadınların sahip olduğu hakların neredeyse tamamı, Atatürk’ün devrimleriyle mümkün olmuştur. Bugün Türkiye'de kadınlar özgürce eğitim alabiliyor, çalışabiliyor, siyasi haklarını kullanabiliyorsa, bu, O'nun öngörüleri ve devrimleri sayesinde gerçekleşmiştir.
Atatürk’ü sevmemek bir birey tercihi gibi görünebilir; ancak bu, özgür bir birey olarak var olmanın temel taşlarını inkar etmek anlamına gelir. Bu durum, bir insanın kendi varoluşuna yönelik derin bir çelişkiyi barındırır.
"Bizim Varlığımızdaki En Harikulade Şey, Atatürk'ün Türk Olarak Doğmasıdır"
Atatürk, sadece Türk milletine değil, dünya kadınlarına da ilham kaynağı olmuş bir liderdir. Onun önderliğinde Türk kadınları, hem bireysel özgürlüklerine kavuşmuş hem de toplumsal rollerini daha eşitlikçi bir temele oturtmuştur. “Benim hayatımdaki en harikulade şey, bir Türk olarak dünyaya gelmemdir” sözü, Türk milletine duyduğu derin bağlılığı ifade eder. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, bizim varlığımızdaki en harikulade şey, Mustafa Kemal Atatürk gibi bir liderin Türk milletine doğmuş olmasıdır.
Atatürk’ün kadınlara yönelik devrimleri sadece bir geçmiş anısı değil, geleceğe yönelik bir mirastır. Bu mirası anlamak, yaşatmak ve sonraki kuşaklara aktarmak, yalnızca kadınların değil, tüm milletin görevidir.
Atatürk’e ve onun devrimlerine sahip çıkmak, yalnızca bir minnettarlık ifadesi değil, aynı zamanda insanlık onuruna duyulan saygının da göstergesidir. Bu nedenle, Atatürk'ün kadınlar için çizdiği vizyonu anlamak ve yaşatmak, modern Türkiye'nin en temel görevlerinden biri olmalıdır.
Minnetle, saygıyla ve özlemle...