Osmanlı'da Yerel Yönetim Geleneği ve Kentleşme Olgusu
Bugüne kadar Osmanlı Devleti’nde modern anlamda bir yerel yönetim geleneğinin varlığından söz etmenin mümkün olmadığı hep vurgulanan bir husus olmuştur. Bununla birlikte bu hizmetleri gören bir takım yerel idari birimler olarak adlandıracağımız teşkilatlar bulunmaktadır. Şimdi bu teşkilatlara bir göz atalım:
•Kadılar: Osmanlı taşra idaresinde en yetkili kişiler kadılardı. Kadılar hem adli işlere bakar hem de belediye işlevi görürdü (imar, esnaf denetimi, fiyat kontrolü, kamu düzeni).
•Şehir kethüdası ve muhtesib: Çarşı ve pazarın düzeninden, fiyat denetiminden ve esnaf örgütlenmesinden sorumlu görevlilerdi.
•İhtisab teşkilatı: Kamu düzeni ve belediye hizmetlerini (temizlik, ölçü-tartı, fiyat kontrolü) yürütürdü.
•Ayan ve eşraf: Özellikle 18. yüzyıldan sonra, şehir ileri gelenleri (ayan) yerel idarede etkin rol aldı; devlet ile halk arasında aracı oldular.
•Vakıflar: Eğitim, sağlık, su yolları, yollar, köprüler gibi birçok kentsel hizmet vakıflar aracılığıyla karşılanırdı. Yerel yönetimde merkezi otoriteyi destekleyen en önemli kurumdu.
Batılı anlamda bir belediye teşkilatının örgütlenmesi çeşitli iç ve dış koşulların etkisiyle Tanzimat yıllarında olmuştur. Ferruh Tuzcuoğlu'nun Metropoliten Yönetim adlı kitabında da vurguladığı gibi, Osmanlı kent alanını (ve bu açıdan değerlendirildiğinde kentin bu görünümüne etki eden yerel hizmetlerin görülüş şeklini) modernleştirme yönündeki kıyasıya ısrarın uyandırdığı sorunların ilk yanıtı, Tanzimat reformlarını gerektiren nedenlerde gizlidir.
Bütün bunların yanında Osmanlı’da kentler Batı’daki gibi özerk belediyelere sahip değildi. Yerel yönetim, merkezin kontrolü altında yürütülürdü.
Ancak vakıf kurumları ve ayan gibi yerel güçler, fiilen şehirlerin gelişmesinde özerk katkılar sağladı.
XIX. yüzyılda Tanzimat reformlarıyla belediye meclisleri kuruldu; modern anlamda belediyeciliğin temeli bu dönemde atılmıştır. 1855’te İstanbul’da kurulan Şehremaneti bugünkü manada kurulan ilk belediye teşkilatıdır.
Osmanlı'da kentleşme ve yerel yönetim ilişkisine göz atacak olursak Osmanlı’da kentleşmenin yönetim gelenekleriyle paralel ilerlediğini görebiliriz. Kadı, vakıf ve esnaf örgütleri, şehirlerin düzenini sağlarken; kentleşmenin istikrarlı ve sosyal dayanışmaya dayalı gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Modernleşme süreciyle birlikte Batı tarzı kentleşme ve belediyecilik Osmanlı şehirlerine girmeye başladı. Tanzimat sonrası imar hareketleri, cadde düzenlemeleri, aydınlatma, temizlik bu gerçekliğe örnek gösterilebilir.
Elbette ki Tanzimat'tan itibaren hayatımızın her alanına yansıyan ve Batılı anlamda bir belediye teşkilatının örgütlenmesini ve Batılı anlamda kentleşmeyi de içine alan bu modernleşme sürecinin bu vesileyle hayatımıza kentsel bağlamda getirdiği yenilikler kentlerimizi öyle bir şekillendirmiştir ki hakikaten klasik Osmanlı kent yapısı ile kıyaslandığında arada uçurum denilecek şekilde büyük farklılıklar zuhur etmiştir. Öyle ki, o güne kadar klasik Osmanlı kentlerinde hiç olmayan pek çok ilkler hayatımıza girmiştir. Şimdi Tanzimat’a kadar kentleşme alanında hiç aşina olmadığımız terimlerden birkaç misal verelim:
Örneğin, kent idaresinin bugünkü manada gelişmiş varlığını gösteren bir belediye yapısı Osmanlı kentlerinde yoktur. Hatta bu kentlerde bugünkü tarzda meydanlar da yoktur. Halkın bir araya geldiği yer camidir. Kent idaresinin halkla bütünleşen varlığının ifadesi olan bir planlama süreci, şu ya da bu şekilde, Rönesans İtalyası'nda olabilir, fakat bizde olmamıştır.
Bu olgunun üzerinde duran ve “eski Türk kentlerinde çoğunlukla bir meydanın
bulunmadığını” ifade eden Doğan Kuban, bu kanıya, Batı'da yer alan meydanlar şekil açısından çevresindeki yapılarla kesin biçimde sınırlanmış bir kentsel alan veya geometrik düzen ilkelerine bağlıyken, geleneksel Türk kentlerindeki meydanların belli bir geometrik
şekli olmamasından dolayı varmıştır.
Fakat biçimsel olmasa dahi bugünkü anlamda meydanın işlevini gören kamusal açık alanlar Osmanlı şehirlerinde mevcut olmuştur. Bu açık alanlar kentsel meydan kavramına en yakın alanlardır ve bu alanlar pazar ve eğlence yeri olarak da halkın siyasi, sosyal, dini, ekonomik gereksinimlerine göre çeşitli işlevler üstlenir.
Türk kentlerinde meydanların olmadığını yineleyen bir başka görüş ise, Türk kentlerinde kendi kendini yönetme anlayışının olmamasıdır. Burada batıdaki kentsel meydanların birçoğunun belediye veya hükümet binaları sayesinde oluştuğu vurgulanmaktadır. Fakat bu durum Osmanlı devletinde XIX. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde geçerliliğini yitirmiştir. Tanzimat döneminde (1839-1908) gerçekleştirilen kentsel dönüşüm ve reformlar sayesinde oluşturulan hükümet binalarının çevresinde batı şehirlerindeki gibi bir kamusal mekân ve meydan anlayışı Türk şehirlerinde de
görülmeye başlanmıştır. Zaten birçok Avrupa kentinde meydanlar, belediye ya da yönetim binalarının dış mekânıdır.
Görüldüğü üzere, eski Osmanlı şehirlerinde Avrupa’da geçerli olan meydan kavramının bulunmadığı aşikârdır. Fakat Türk şehirlerini meydanlar konusunda değerlendirirken farklı bir perspektiften bakılması icap eder. Öncelikle Osmanlı şehirlerinde meydanların kendisine özgü bir mimari tarzı olmasa da, bu bir meydan
bulunmadığı anlamıma gelmemelidir. Osmanlı şehirleri Avrupa kentleriyle kıyaslama
yapmadan, kendi içinde değerlendirilirse kamusal mekânlar arasına meydanın da dâhil
olduğunu görürüz.
Osmanlı şehirlerinde yer alan kamusal mekânlar, İslamiyet’e bağlı dinsel ve sosyal anlayışa göre şekillenmiştir. Meydan olarak cami ve külliyelerin iç ve dış avlusu kentsel ortak kullanım için açık mekân olarak kullanılmıştır. Bu tür açık mekânlar simetrik belli bir geometrik şekli yansıtırken, bunun dışında kendiliğinden gelişmiş ya da sokakların biçimlenmesiyle oluşmuş mahalle içindeki küçük meydanlardan bahsedilebilir. Bu meydanlar toplumun dini, kültürel, sosyal, ticari eğitimsel, eğlence ve ulaşım gibi işlevsel gereksinimlerin sonucu şekillenmiş kentsel mekânlardır. Osmanlı Devleti'nde meydanlar, Okmeydanı, At Meydanı, İskele Meydanı, Hükümet Meydanı vb gibi işlevlerine göre isimlendirilmiştir. Avrupa şehirlerindeki meydanlarla işlevsel olarak benzerlikler olsa bile şekil ve biçim açısından oldukça farklıdır.
Kısacası, Osmanlı şehirlerinde biçimsel olarak planlanmamış bir şekilde ortaya çıkan meydanlar, küçük ölçekte sokakların hareketiyle gelişirken, genel anlamda merkezde yer alan meydanlar ise, hamam, medrese, kapalı çarşı, cami gibi kültürel
yapılar içinde kalır. Bir alana meydan özelliğini veren diğer mekânsal öğeler, çeşme, cami, anıtsal ağaç ya da kahvehanelerdir. Bunun dışında mahallenin ticari fonksiyonu da önemlidir. Bu fonksiyonlara baktığımızda ise her sokakta belli bir esnaf grubunun
bulunduğu (demirciler sokağı, bozacılar sokağı, zahireciler sokağı… vs) kentsel
dokuların yanında, genelde kapalı çarşı ve bedesten gibi pazar yerleriyle karşılaşılmaktadır.
Osmanlı toplumunun kapalı bir yapıya sahip olması, Osmanlı kadınının kamusal alandaki ayrılığının son derece sınırlı olması ve camilerin toplumsal yaşantının merkezini oluşturması dolayısıyla Avrupa’daki şehir meydanlarına benzer alanların gelişmesini teşvik edecek bir toplumsal istek de ortaya çıkmamıştır. Bu durum kentsel ortak kullanım mekânlarına sınır getirmektedir. Nitekim tarihsel süreç içerisinde Batı kentlerindeki meydanlar toplumsal, siyasal ve ekonomik merkezler iken Osmanlı kentlerindeki kentsel meydanlar için aynı şeyleri söylemek mümkün olmamaktadır.
İstanbul’da açık kentsel mekân olgusu ilk olarak külliyelerin büyük dış avlularıyla kendini göstermeye başlamıştır. Külliyelerin dış avluları, çarşı meydanları ve mahalle meydanları dışında, İstanbul’un en önemli kentsel meydanları Bizanslılardan kalan Atmeydanı ve Fatih Sultan Mehmet döneminden kalan Okmeydanıdır. Bu meydanlar Osmanlı devletinde konum, işlev ve kullanım açısından Avrupa’daki meydanlardan farlılık gösterir.
Tarihteki adı Hipodrom olan Atmeydanı, Roma ve Bizans döneminden beri at yarışları ve resmi törenlerin yapıldığı ticari, dini, politik yaşamın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Bu meydan, hem kamusal hem politik bir mekân olarak imparatorlar için halkın tepkisinin doğrudan ölçülebildiği, hatta halkın beklentilerini imparatora ilettiği bir iletişim mekânıdır. İstanbul’un fethedilmesiyle Ayasofya’nın arkasındaki alana Osmanlı Sarayı yapılmış ve meydanın kamusal özelliği değişmeye başlamıştır. İlerleyen süreçte vezir saraylarının inşa edilmesi meydanın politik fonksiyonunu güçlendirmiştir. XVII. Yüzyılın başlarında meydanın çevresinde imaret, aşevi, hastane ve sebil gibi halkın ihtiyaçlarına yönelik yapılarla meydanın sosyal yaşam açısından önemi artmıştır. Nitekim meydanın en önemli yapısı Sultan Ahmet Cami olmuştur. Cami, meydanın sınırını belirgin hale getirerek meydanın doğal bir dış avlu gibi cami girişinde toplanma alanı görevini görmeye başlamıştır.
Yani sözün özü şudur ki, Osmanlı’da yerel yönetim geleneği, kadı merkezli idari düzen, vakıf sistemi ve mahalle örgütlenmesiyle şekillenmiştir. Kentleşme olgusu ise dinî, ekonomik ve sosyal merkezler etrafında, toplumsal dayanışma ve vakıf anlayışına dayalı olarak gelişmiştir. Modern belediyecilik ise Tanzimat’la birlikte Batı’dan etkilenerek ortaya çıkmıştır. Yine Osmanlı'daki tasarımı anlayışı da içinde cami, çarşı, medrese gibi toplumsal mekanların merkezde olduğu bir modele sahipken ve hakeza Osmanlı'daki meydan kültürü de külliyelerin büyük dış avlularıyla kendini göstermeye başlamışken Tanzimat'tan itibaren Osmanlı'daki meydan ve kent tasarımı anlayışlarında köklü değişiklikler meydana gelmiştir.