"Sapla Saman Arasında Kaybolanlar"
Bazen memleket öyle bir hâle geliyor ki, rüzgâr bile “Ben bu kadarını beklemiyordum” diye yön değiştiriyor. Eskiden sapla samanı ayırmak için rüzgârın esmesi yeterdi. Sap hafif, saman hafif… Biri diğerinden ayırmak mesele değildi. Ama şimdi öyle değil; sapla saman birbirine o kadar sıkı sarılmış ki, rüzgâr değil, fırtına esse çözülmüyor.
Hikâyemiz küçük bir Anadolu kasabasında başlıyor. Kasaba halkı tarlada harman yapıyor. Yaşlı bir çiftçi, elinde yaba, harmanı çevirirken gençlere sesleniyor:
— Evlatlarım, dikkat edin! Sapla samanı ayırmazsanız buğday da çöp olur.
Gençler bakıyor, sonra aralarında fısıldaşıyor:
— Ama amca, hangisi sap hangisi saman, nasıl ayıracağız? Hepsi birbirine benziyor.
— Ayırmanın yolu bellidir, rüzgâr lazım. Rüzgâr eser, hafif olan savrulur, ağır olan kalır.
Kasabada “rüzgâr” görevini ise belediye hoparlöründen gelen anonslar üstleniyor. Ama ilginçtir ki bu anonslar, rüzgâr gibi herkese eşit esmek yerine, bazılarının üzerine tatlı bir meltem, bazılarının üzerine toz fırtınası gibi esiyor. Bir gün hoparlörden şöyle bir ses duyuluyor:
“Sevgili hemşerilerimiz, yarınki pazarımız sadece belli vatandaşlarımıza açıktır. Diğer vatandaşlarımız için sonraki duyuru beklenmelidir.”
İşte orada kasabalı anlıyor ki, mesele sadece sapla saman değil; rüzgârın ne tarafa estiği…
Üstelik bu rüzgârı kim estiriyor? O soruya cevap ararken kasabanın ileri gelenleri toplanıyor. Her biri kendi cebinden çıkardığı “mini vantilatörü” ile masaya oturuyor. Vantilatörler öyle ayarlanıyor ki, rüzgâr birinin önündeki samanı kaldırırken, diğerinin önündeki sapı yerinde bırakıyor.
Böylece harman alanında tuhaf bir manzara oluşuyor: Saplar da yerde, samanlar da yerde, buğday ise arada kaybolmuş.
Kasabanın yaşlı çiftçisi son sözünü söylüyor:
— Evlatlarım, unutmayın… Rüzgâr adil esmiyorsa, sapla saman değil, doğrularla yanlışlar birbirine karışır.