Uğur UTKAN


Sultan Kutuz ve Ayn-Câlût Zaferi (3 Eylül 1260)

Sultan Kutuz ve Ayn-Câlût Zaferi (3 Eylül 1260)


Sultan Kutuz ve Ayn-Câlût Zaferi (3 Eylül 1260)

Sultan Kutuz, Memlûk sultanlarının 3.'sü ve Baybars'tan sonra en büyüğüdür. Harzemşah Türk hakanları hanedanından olduğu söylenen Kutuz, ilk Memlûk sultanı Aybeg ile oğlu Sultan Ali devirlerinde, en yüksek mevki olan "saltanat naipliği'ne kadar yükselmişti. Bu sıralarda Bağdad'ı Moğollar'ın aldığı, Abbâsî Halifesi'nin şehit edildiği haberi Mısır'a geldi. İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı. Bu görülmemiş büyüklükteki tehlikenin ancak Kutuz çapında bir kumandan tarafından karşılanabileceği anlaşıldığından, kendisine saltanat teklif edildi. Çocuk olan Sultan Ali (Oğuz Türkleri'nden olan Sultan Aybey'in oğlu) tahttan indirildi, Kutuz sultan oldu.

Bu sıralarda Moğollar, Sina yarımadasına dayanmışlar, dünyanın en kudretli İslâm devleti olan Mısır Türk imparatorluğunun en değerli eyaletlerini çiğnemişler, Mısır kapılarını zorluyorlardı. Belki Allah'ın takdiri olsa gerek doğudaki, kuzeydeki İslam topraklarını aldılar. Hatta, Kıpçak ülkesine girdiler. İnsanları öldürdüler, kadınları, çocukları esir ettiler. Esirleri ucuz paraya sattılar. Tüccarlar onları satmak için satın aldılar. Onların uzak ülkelerden sürülmesi, bu diyara getirilmesi Allah'ın takdirlerindendi. Akılları bunun derinliklerini, künhünü anlayamadılar.

El-Melikü's-Salih Necmeddin Eyyüb tahta çıkınca onlardan 1000 memlük satın aldı. Hayatında bir grubunu emir yaptı. O, bu diyardaki yani Mısır'daki Türklerin babası sayılır. 1248'de Fransa Kralı IX. Louis'in liderliğinde, Mısır'a karşı başlatılan yeni Haçlı Seferi sırasında Sultan el-Melik es-Salih Necmeddîn Eyyub hayatını kaybetmişti (1249). Yerini alan oğlu el-Melik el-Muazzam Turanşâh, sultan olunca onlara iyi davranmadı. Babası döneminden kalan Bahrî emirleri tahrik etmiş ve kötü bir yönetim göstermeye başlamıştı. Bunun neticesinde Baybars'ın da aralarında bulunduğu komutanlar tarafından Turanşah'ın öldürülmesiyle Müslüman-Haçlı mücadelelerinde yeni bir dönem başlamıştır. İktidarın yeni sahipleri olan memlûk emîrler başlangıçta yasallığı sağlamak adına hürmet ettikleri el-Melik es-Salih'in Türk asıllı cariyesi Şecerüddür'ü tahta çıkarmışlarsa da sonrasında tam manasıyla duruma hâkim olmayı başarmışlardır. Bunu sağlayan kişi de 1260'taki Ayn Câlût Savaşı'nın ardından Mısır'a dönerken Seyfeddîn Kutuz'u öldürerek tahta çıkan el-Melik ez-Zahir Rükneddîn Baybars'tır. 

Duruma Rükneddin Baybars'ın sayesinde tam manasıyla hakim olan memlük emirler Muizzeddin Aybek'i sultan tayin etmeye karar verdiler. 652/1254 yılında onu Sultan tayin ettiler. Memlüklerin ilk sultanı el-Melikü'l-Muiz Aybek et-Türkmâni el-Çaşnigir oldu. el-Melikü'l-Eşref Musa'nın adını hutbeden kaldırdı. Onu hapsetti. Sonra halkın mallarını almaya, hizmetine adamlar almaya başladı. Veziri Es'ad el Faizi çok mükus, vergi koydu. Bunlara sultanın hakkı, divan muameleleri adını verdi. Zimmilerden katmerli cizye aldı. Yemin ettirmeye, paha biçmeye, çeşitli haksızlıklara başladı.

Bu devirde çoğunlukla Karadeniz'in, Kafkasya'nın kuzeyinde yaşayan Orta Asya'da çeşitli Türk kabilelerinden bilhassa Kafkasya'nın kuzeyindeki Kıpçak, Çerkes, As Türklerinden esir alındıktan tüccarlar tarafından satın alınıp, Mısır ve Suriye bölgelerindeki sultanlara, emirlere, kumandanlara satılarak Mısır'a getirilip asker yetiştirilen ve kahramanlıklarıyla zaman içinde yükselip Mısır'da hüküm sürmeye başlayan Memlük Türkleri ahlaklarıyla, karakterlerinin yüksekliğiyle, halk arasında sözlerinin geçerliliğiyle adeta Mısır'ın gerçek sahipleriydi. 

İyi ahlak, iyi karakter, sağlam beden sahibi olmalarıyla ve özellikle Mısır'a yeni gelenlerin hile, yalan bilmeyen kişiler olmalarıyla, insanlar arasındaki anlaşmazlıkları düzeltmeleriyle, iyi kimseler olmalarıyla, ilim sahiplerine saygı göstermeleriyle Mısır halkının gönlünde taht kurmuşlardı. 

Memlük iktidarında Mısır halkı sadece kendi işleriyle ilgilenip, barış ve sükûnet içinde yaşıyordu. Yani iç istikrar ve saadet ortamı tesis edilmişti. Mısır toplumu içindeki ülke müdafaasında Memlüklerin müstesna bir yeri vardı. Onlar Allah'ın Mısır'a bir ihsanıydı. 

Bu vesileyle konunun gerçek akışından fazla kopmamak üzere Mısır'a getirilen Türklere de ayrı bir parantez açmak icap eder. Çoğunlukla Karadeniz'in, Kafkasya'nın kuzeyinde yaşayan Orta Asya'da çeşitli Türk kabilelerinden bilhassa Kafkasya'nın kuzeyindeki Kıpçak, Çerkes, As Türklerinden esir alındıktan tüccarlar tarafından satın alınan, Mısır ve Suriye bölgelerindeki sultanlara, emirlere, kumandanlara satılan bu Memlük Türklerinin asker yetiştirilmesi Abbasiler devrine, Mutasım zamanına (833-842) kadar gider. Bunlar özel tabakalarda, meydanlarda eğitilip kaliteli süvari yetiştiriliyorlardı. Bu gelenek Abbasilerden sonraki İslam devletlerinde devam etti. Nizamülmülk Samaniler devrinde, Selçuklularda bir Memlük askerin yetiştirilmesi hakkında bilgi verir. Akran olan Memlükler birbirlerine hoşdaş derlerdi. Büyük memlük yeni yetişen memlüke eni der, küçük memlük büyüğe ağa derdi. 

Memlük asker yetiştirmek Eyyûbiler devrinde daha da arttı. Zira, Memlükler çekirdekten süvari askeri yetiştirilmeleri dolayısıyla İslam ordularının vurucu gücüydüler. Avrupa'daki şövalyelere benzer rol oynuyorlardı. Memlükler eğitim gördükten sonra hür oluyorlardı. Eyyûbiler devrinde her sultanın, emirin memlük Türklerden yetiştirilmiş birlikleri bulunuyordu. Haçlılara karşı asıl savaşanlar bu Memlüklerdi. Eyyûbilerin son büyük sultanı el-Melikü's-Salih Necmeddin Eyyüb (ö. 1249)'ün Bahri Memlükleri Memlükler Devleti'ni kurdular. Aynı sıradaki Delhi Sultanları da Memlüklerdendi. Memlüklerde sultan olmanın şartı memlük olmak veya memlük sultanlarının suyundan gelmekti. Mısır ve oraya bağlı yerleri idare eden Memlüklerdi. Memlükler Mısır'da Mehmed Ali Paşa tarafından ortadan kaldırıldılar.

Memlüklerin ilk sultanı el-Melikü'l-Muizeddin Aybek tarafından emir tayin edilip saltanat naibi yapılıp Aybek sonrası tahta geçen ve bu devre damgasını vuracak Moğol saldırganlığı karşısında büyük bir ordu hazırlayan Sultan Kutuz, Moğollar'ı karşılamak üzere Filistin'e geldi. "Ayn-Câlût" denen ve vaktiyle Hz. Dâvud'un Câlût'u yendiği söylenen mevkide, dünyanın en büyük iki ordusu karşılaştı. Moğollar ilk hamlede kendilerine mahsus muharebe tábiyesiyle öyle şiddetli bir taarruza geçtiler ki, Türk ordusu dağılır gibi oldu. Fakat Sultan Kutuz'un tam zamanında muharebe meydanına sürdüğü taze birlikler önünde Moğollar, şaşırdılar ve kesin bir bozguna uğradılar. Sonra Sultan Kutuz, perişan halde kaçan Moğollar'ı kovaladı ve aralarında başkumandanları Ketbuğa Noyan da olmak üzere hepsini kılıçtan geçirdi.

Moğollar, karşılarında Sultan Kutuz gibi ortaçağ Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden birini bulmamış, Irak ve Suriye gibi Mısır'ı da hâkimiyetleri altına almış olsalardı, İslâm dininin istikbali bile tehlikeye girebilirdi. Çünkü Moğollar, bilindiği gibi, Haçlılar ve Latinler'le işbirliği yapmaktaydılar.

Zafer haberi Şam'da büyük sevinç yarattı. Halk, intikam almak için, Moğollar'la işbirliği yapan Hıristiyan ve Yahudiler'i boğazladı. Şam'a gelen Sultan Kutuz, Habeşistan'dan Fırat boylarına kadar kesin bir hâkimiyet kurdu. Moğollar'a ve Latinler'e karşı cihad bayrağını ele aldı. Sultan Kutuz kadar az saltanat sürüp de tarihin akışında bu derecede müessir olan başka bir hükümdar gösterilemez.