Her yıl 17 Haziran’da kutlanan Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü, aslında bir kutlama değil, bir ikaz günüdür. Doğanın fısıltılarını anlamayanlar için çığlığa dönüşen bir gün. Yıllardır teknik eğitimin ve mühendisliğin içindeyim. Gördüm ki mesele sadece teknoloji üretmek değil; bu teknolojiyi doğayı korumak için kullanmayı da bilmektir. Çünkü kuruyan her toprak, sadece bir coğrafi alan kaybı değil; bir gelecek kaybıdır.
Kuraklık: Görünmeyen Düşman
Kuraklık, savaşsız ama yıkıcı bir istiladır. Sessiz gelir, ama etkisi gürültüden büyüktür. Dünya genelinde 2 milyar insan, temiz suya erişim sıkıntısı çekiyor. Afrika kıtasının bazı bölgelerinde kadınlar her gün sadece birkaç litre su için kilometrelerce yol yürüyor. Orta Doğu’da su, artık diplomatik bir kart haline geldi.
İşte bu bağlamda Türkiye, hem coğrafi konumu hem de nüfus artışı ile su kıtlığı riski taşıyan ülkeler arasında yer alıyor. Ülkemizde kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı yaklaşık 1.300 m³ civarındadır. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre bu miktar "su stresi" sınırıdır. Yani tehlike kapıda değil, kapının eşiğindedir.
İklim Değişikliği, Kırsalı da Şehri de Vuruyor
Mekatronik alanında çalışırken gördüğüm en net gerçek şudur: Gelişen teknoloji, doğaya saygı duymadan ilerlerse sonunda doğa da insana sırtını döner.
İklim değişikliği, sadece hava sıcaklıklarıyla sınırlı bir mesele değildir. Yağış rejimleri değişiyor, tarım alanları verimsizleşiyor. Türkiye’de Konya Ovası gibi tarımın kalbi olan bölgelerde yeraltı suları tükeniyor, obruklar artıyor. İç Anadolu’da birçok gölet kurudu. Karadeniz’de mevsim dışı seller, Ege’de mevsim dışı kuraklıklar yaşanıyor. Bu karmaşa, aslında doğanın bizden intikamı değil; bize gönderdiği uyarıdır.
Teknoloji ve Bilinç El Ele Vermeli
Biz teknik eğitimciler ve mühendisler olarak bu sorunlara sadece konuşarak değil, çözüm üreterek de yaklaşmak zorundayız.
Damla sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması, akıllı tarım teknolojilerinin çiftçilerimize ulaştırılması, gri su geri kazanım sistemlerinin kamu binalarında zorunlu hale gelmesi, su yönetimi yazılımlarının yaygınlaştırılması gibi pek çok çözüm elimizin altındadır.
Ancak unutmamalıyız ki teknoloji, ancak onu kullananın bilinci kadar faydalıdır.
Milli Bilinçle Toprağa Sahip Çıkmak
Kuruyan bir toprak, sadece ürün vermez; aynı zamanda göç verir. Göç de beraberinde kültürel çözülme, ekonomik yıkım ve sosyal sorunlar getirir. Bu yüzden çölleşme, doğrudan milli güvenlik meselesidir.
Tarih boyunca atalarımız suyun ve toprağın kıymetini bilmişlerdir. Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar su kemerleri, çeşmeler, kervansaraylar bunun ispatıdır. Bugün bu mirasa sahip çıkmak, sadece geçmişe vefa değil; geleceğe borçtur.
Dinimizde Suyun Yeri ve İsrafın Vebali
Bir teknik öğretmen olarak teknolojiyle aram iyidir ama mesele su olduğunda inancımıza da kulak vermek gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Akan bir nehrin kenarında abdest alıyor olsanız bile suyu israf etmeyin” buyurarak, suyun kutsiyetine işaret etmiştir.
İslam, israfı haram sayar. Sadece maddi değil, doğal kaynakların israfı da ahlaki bir vebaldir.
Evimizde musluğu açık bırakmak, tarlada fazla suyla toprağı boğmak, sanayide geri dönüşü olmayan işlemlerle suyu kirletmek; hepsi birer israftır, vebaldir, günahtır.
Her Damla Gelecektir
Toprağa düşen her damla su, aslında toprağa değil geleceğe düşer. Çocuklarımızın, torunlarımızın yaşayacağı vatan, bugünden korunursa var olacaktır.
Çölleşme ve kuraklıkla mücadele sadece devlet politikalarıyla değil, bireysel sorumluluklarla kazanılır. Evinizde bir tas suyu bile boşuna harcamayın. Unutmayalım, "Bir milletin gücü toprağını ve suyunu koruyabildiği kadar büyüktür."
Yalçın Çelik
Mekatronik Yüksek Mühendisi – Teknik Öğretmen