Uğur UTKAN


Türk Dünyası için, Akraba Coğrafyalar için Yapılması Gerekenler

Türk Dünyası için, Akraba Coğrafyalar için Yapılması Gerekenler


Türk Dünyası için, Akraba Coğrafyalar için Yapılması Gerekenler

Türk Dünyası, Balkanlardan başlayıp Anadolu ve Kafkaslar üzerinden Orta Asya’ya uzanan coğrafyanın adıdır. Bu coğrafyanın ana unsurları olan kardeş Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan ile politik, ekonomik, kültürel ilişkilerimiz mutlaka büyük ve sürekli bir atılım içinde olması milli dış politikamızın olmazsa olmazları arasında yer almak zorundadır. Keza Balkan coğrafyasındaki Osmanlı bakiyesi soydaşlarımızın dostluk köprüsü olarak görülmesinden Ortadoğu Türklüğüne verilmesi gereken öneme kadar hayati derecede icra edilmesi icap eden işler bulunmaktadır. Bilhassa Ortadoğu Türklüğüne verilecek önem çerçevesinde başta Irak ve Suriye Türklüğü olmak üzere ilişkilerimizin geliştirilmesi elzemdir. Irak'ta bugün iki resmi dil bulunmaktadır; Arapça ve Kürtçe… Artık Türkçe'nin de Irak’ta devlet nezdinde üçüncü resmi dil olarak ilan edilmesi için her türlü çaba gösterilmelidir. Hakeza Suriye'de de Esed rejimi devrildiğinden beri Arapça'dan sonra Kürtçe’nin de ikinci resmi dil olması iddiaları bazı çevrelerce tartışılırken Türkçe’nin de Arapça gibi Suriye'nin resmi bir dili olmasını konuşmaktan çekinmemeliyiz.

Yine Balkanlar'da da Bosna-Hersek, Kosova gibi ülkelerin devlet nezdindeki ikinci resmi dilleri neden Türkçe olmasın? Bir engel mi var? 

Yine Abhazya gibi Rus müttefiki bölgeler tek yanlı bağımsızlık ilanında bulunup Avrasya blokunca tanınırken, NATO'nun Balkanlar'da üslerinin olduğu Kosova tüm Atlantik gemisindeki devletlerce tanınırken, Gazze soykırımı sonrası Filistin uluslararası alanda tanınma sürecine girerken EOKA gibi örgütlerce soykırıma maruz kalmış Kıbrıs Türk'ünün mücadelelerle var ettiği KKTC’nin tanınmaması için hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. 

Yine Türk dünyasından bazı ülkeler 1990’lı yıllardan beri Kıbrıs Rum Kesimi ile karşılıklı tanıma hamleleri yaparken KKTC'nin artık Türk dünyası tarafından tanınması için erken değil geç bile kalınmıştır. 

Türkiye hiç unutulmamalıdır ki Azerbaycan- Batı Türkistan üzerinden Doğu Türkistan- Çin'e kadar uzanan bir kuşakta etkisi bulunan bir ülkedir. Bunun öneminin farkında olunarak Batı Türkistan Türk Cumhuriyetleri ile her alandaki ilişkilerin artık bu cumhuriyetlerle pasaport uygulamasının kaldırılması adımının atılması seviyesine gelecek kadar güçlendirilmesine çalışılmalı, bilhassa Türkiye olarak, Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için yeni siyasal ve ekonomik düzenlerini bir an önce kurmalarına, gerekli savunma gücüne sahip olmalarına, kültürlerini, ulusal kimliklerini yeniden kazanmalarına destek olunmalıdır. 

Bugün Peştunlaştırılmak istenen Güney Türkistan üzerinde de hassasiyetle durulmalıdır. Zira o bölge bizlere Babürlerin, Gaznelilerin emanetidir. 

Batı Avrupa ülkelerinde yerleşik olarak yaşamlarını devam ettirmekte olan "Avrupa Türkleri” başta olmak üzere dünyanın her yerinde yaşayan milyonlarca vatandaşlarımızın, eğitim, kültür, din, sosyal ve ekonomik konulardaki gereksinimlerinin karşılanması ve sorunlarının çözülmesi konusunda destekler sunulmalı, Avrupa Türkleri başta olmak üzere Türk Dünyası’nda “toplumsal birlikteliğin” sağlanıp düşünce ve eylemde “diaspora ruhu” ile hareket etme imkanları oluşturulmalıdır ki bugün ABD, Fransa gibi Batılı emperyalistler başta olmak üzere emperyalist aktörlerin devlet politikalarına lobicilik, diasporacılık yön vermektedir ki 1915 tehcirinin Ermeni diasporasının neden olduğu etki sayesinde Fransız ve Amerikan hükümetlerince “soykırım” olarak tanınması buna çok güzel bir örnektir. Hakeza Kıbrıs'ın bir Yunan/Rum adası görülüp KKTC'ye “işgalci Türkiye'nin varlığı” muamelesi yapılması buna çok açık bir örnektir. 

Bütün bunların yanında Türk kimliğinin bir sembolü olan ve bugün Azerbaycan, Batı ve Doğu Türkistan'ın bayraklarında kullanılan ay ve yıldızın diğer Türk Cumhuriyetlerince kendi bayraklarına da konulması gerekir. 

Birleşmiş Milletler gibi çeşitli uluslararası kuruluşlara üye olan Türk Cumhuriyetleri buralardaki resmi dillerini Azerice/Azerbaycan dili, Kazakça/Kazak dili şeklinde değil de Türkçe/Türk dili şeklinde belirtmelidirler. 

Öyle bir tablo ortaya çıkmalıdır ki, Arapça, Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Rusça'dan sonra Birleşmiş Milletler'in resmi dili Türkçe olmalıdır. 

Bu şekilde Türkçe'nin dünya dilleri ve kültürleri arasındaki yeri ve önemi daha da artacak ve Türk dünyası arasında başta kültürel bağ olmak üzere her yönden etkili bir iletişim sağlanmış olacaktır.

Türkçe dünyada konuşulan en yaygın diller arasında beşinci sıradadır. Birinci sıradaki İngilizcenin tamamını konuşanlar İngiliz olmadığına göre çoğu müstemleke milletleri olduklarına göre, buna karşın Türkçe konuşanların tamamına yakınının ise Türk oldukları düşünülürse burada Türkçe dünya dilleri arasında üçüncü sıraya çıkmaktadır.

Sovyet sisteminin sona ermesinden sonra, bir geçiş sürecini oluşturan BDT ve sonrasında Türk Cumhuriyetleri için çıkar yol, kısmen siyasi ve daha büyük oranda ekonomik birlik haline dönüşmesidir. “Türk Uluslar Topluluğu”nun oluşturulmasında bu görev Türkiye'nin önderliğinde olmalıdır. Bu görev yerine getirilirken ne fazla çekingen davranmalı, ne de ağabeyliğe soyunulmalıdır. Arap birliğini sağlamaya çalışan Abdülnasır'ın hatalarından biri, başkanı olduğu Mısır'ın Suriye ile birleşmesi sonucu Suriye'ye işgal kuvveti gibi girmesidir. Suriyeliler yeni Arap Birliği deneyimi gündeme geldiğinde bu olayı hep hatırlarında tutmuşlardır. Türk Uluslar Topluluğu, eşit ve egemen ülkelerin AB örneğinde olduğu gibi gönüllü katılımların sağlanması ile ve "dikkatle" oluşturulmalıdır. Geçmişte İngiliz olmayan uluslardan bir İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) yaratan İngiltere örneği varken, Türk Cumhuriyetlerinden bir Türk Uluslar Topluluğu oluşturmaya çalışmak, Türkiye için doğal bir davranış biçimi olarak algılanmalıdır.

Gelecekte bunun gibi çeşitli siyasi, ekonomik nitelikli birlikteliklerin gerek sağlanmasında, gerekse de kalıcı, etkili, bölgesel ve küresel bir güç kazanabilmesi için yapıcı unsur, birleşme ve birliktelikte merkezi nokta "kültürel yapı" unsurunda aranmalıdır.

Türk dünyası ile ilişkilerde adeta bir “Türk enternasyonalizmi”nin ortaya çıkarılması gerekliliğini ortaya sunduğum bu yazımda önemli hususları belirtmek açısından önemli bir ismin, Reha Oğuz Türkkan'ın bu konuyu önemli maddelerle ele aldığı bir çalışmasını referans gösterirsem galiba daha kuvvetli bir kanıt göstermiş olurum. Buyursunlar efendim:

“Türkiye ile Türk Devlet ve Toplulukları arasındaki kültürel ilişkiler genel hatları ile:

1-Türk dünyasının tarih, edebiyat, dil, sanat vb. gibi kültürel unsurlara ilişkin faaliyetler etkili bir biçimde devam etmelidir.

2-Türk dünyası şair, yazar, bilim adamları ve sanatçı kadroların katılımı ile çeşitli sanat şölenleri, şiir geceleri, film, müzik festivalleri, sinema günleri, gibi etkinlikler dönüşümlü olarak tekrarlanmalıdır.

3-Türk dünyasına yönelik kültürel, sosyal, dini, tarihi içerikli TV programları yayınları daha etkili kılınmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.

4-Türk dünyasının ortak mirası olan edebi, tarihi ve sanatsal eserlerin karşılıklı çağdaş Türk lehçelerine aktarımı yapılmalıdır.

5-Türk dünyasına ve Türk kültürüne yönelik araştırma yapan enstitüler, vakıflar ve çeşitli sivil toplum kuruluşları, NGO'lar, ve çeşitli "Think Tank" (düşünce üreten ) kuruluşlarının sayısı artırılmalı ve etkili bir faaliyete geçmelidir.”

 

Bu tanımadığım şahsiyetin imzasını attığı bu çalışmasında Türklerin Birlikte Hareket Planını (TÜBİHA) 9 proje ve 9 adım olarak şu şekilde belirtmektedir:

1-Önceliklerde anlaşma.

2-Üst Türkçe ve ortak alfabe.

3-Çocukların kalbine kardeşlik tohumu.

4-TV, Radyo yayınları, internet ve kitap fuarı.

5-Ödüller (Film, Roman, Maç, Folklor, Şiir, Öykü, Resim vb.).

6-İş dünyasında başarı ve fayda ödülleri.

7-Turistik ve ticari geziler, ortak pazar kongreleri ve vizesiz seyahat.

8-Tarihte birlik ve ayrılık devirlerinin faydaları, heyecanları, zararları ve acıları sanatla hissettirilmesi.

9-Türk dünyasının ortak yanları sergiler vb.

Bu dokuz projenin bugün ve gelecekte Türkiye'nin ve diğer Türk topluluklarının zayıf oldukları, büyük güçlerin baskısına zor dayandıkları veya dayanamadıkları gerçeğini değiştirme hamlesi olduğunu belirtmek icap ettiğinin altını çizmek isterim. Böylece 300 milyon nüfusun, zengin kaynakların ve jeopolitiğin birleşik gücüyle terazinin dengesi lehimize doğru değişmeye başlayacaktır.

 

Yine Türk dünyası ile kurulacak her türlü ilişkide yapılabileceklerden bazıları şunlardır:

1-Dış Türkler Bakanlığı ve Enstitüsü acilen kurulmalıdır.

2-Türk Dünyası'nın iç ve dış meseleleri, aylık dergi ve ilmi yayınlarla tartışılmalıdır. Türkiye'de yapılan bu konudaki çalışmalar, gelecek için ümit kaynağıdır.

3-Her yıl dünyadaki bütün Türkleri eşit olarak temsil eden KURULTAY, her Türk toplumunu devamlı temsil eden (Türk Dünyası'nın hükümeti görevini ifa eden) TÜRK DÜNYASI YÜKSEK KONSEYİ ve nüfusa göre sayısı belirlenmiş ve seçimle gelen TÜRK DÜNYASI PARLAMENTOSU acilen kurulmalıdır.

4-Türk Dünyası'nda haberleşme, ilmi yayın ve her türlü işbirliğini temin için tek bir MÜŞTEREK ALFABE acilen kabul edilmelidir

5-Türk Dünyası'nda üst edebiyat dili olarak "İSTANBUL LEHÇESİ" kabul edilmelidir.

6-Türk Dünyası'nı teşkil eden topluluk ve ülkeler arasında "TÜRK BİRLİĞİ" kurulmalıdır. Bu birlik başta kültürel ve ekonomik olmak üzere her türlü iş birliği ve yardımlaşma teşkilatı ya da federasyonu veya Konfederasyon çatısı altında kurulacak ihtisas kuruluşlarıyla en üst seviyeye getirilmelidir.

7-Gerekli ortam temin edilince, en kısa zamanda "TÜRK DÜNYASI ORTAK PAZARI" kurulmalıdır.

8-Türk Dünyası Sosyal Yardımlaşma Fonu kurulmalıdır.

9-Muhakkak ki ortak bir kalkınma bankası kurulmalı, ortak para birimi kullanılması için ön hazırlıklar başlatılmalı, ortak bir gümrük birliği teşkil edilmelidir.

10-Türk Dünyası'nda vize ve pasaport uygulaması kaldırılmalıdır.

11-Türk Toplulukları arasında Türk Dünyası olimpiyatları 3 yılda bir yapılmalıdır.

12-Tespit edilen süre içinde ve belirli şartlarla Türk Dünyası arasındaki "Gümrük Duvarı" kaldırılmalıdır.

13-Dış Haber Ajansları her türlü haberleri kendi ideoloji ve menfaatlerine göre verdiğinden, acilen TÜRK DÜNYASI HABER AJANSI kurulmalıdır.

14-Türk Dünyası'ndaki her türlü para işlemlerinin kolaylık akışı için TÜRK DÜNYASI FİNANSAL KURULUŞU var edilmelidir.

15-Türk Dünyasına dahil toplulukların öğrencilerine burs vermek bu ülkeler arasında yakınlaşmayı ve bilgi akışını temin edecek "TÜRK DÜNYASI ÜNİVERSİTESİ" kurulmalıdır.

16-Türk Dünyası ülkeleri arasında "turizm" geliştirilmeli, bu ülke halkları arasında evlilik, ticaret ve birbirinde misafir edilerek, kaynaşma en üst seviyeye getirilmelidir.

17-Türk Dünyası'nın meselelerini dünya kamuoyuna anlatmak için basın, yayın, televizyon ve her türlü propaganda araçlarından en geniş ölçüde istifade edilmelidir.

18-Her türlü eser, bilgi, teknoloji, arşiv, kütüphane bilgileri müşterek bilgisayar ağı ile aynı anda bütün Türk Dünyası'na ulaştırılmalıdır.

19-Türk Dünyası Televizyonunda yabancı kültürlerin ürünleri asla gösterilmemelidir; Türk İslam şuuru aşılanan programlar esas alınmalıdır.

20-Türk Dünyası'nın en ücra köşesinden Türk Dünyası'nın hatta dünyanın her köşesi ile konuşulabilecek bir haberleşme ağı kurulmalıdır.

21-Savaş felaketinden korunmak, savaşa hazırlanmakla mümkündür. Türk Dünyası en modern silahları ihtiva edecek şekilde Savunma Sanayisini kurmalıdır.

22-Türk Dünyasını teşkil eden ülkelerin "milli ordusu" ve "Türk Dünyası Ortak Güçü düşmanın yüreğine korku verecek şekilde (güçlü) olmalıdır

23-Hıristiyan Batı kültür potasında eriyen bazı aydınlar, artık milli ve manevi değerleri hor görmeyi bırakıp, milletle barışmalı ve Batı'nın firma temsilciliğini terk etmelidirler. Japonya'nın başarısı milli kültüründen taviz vermemesi ve entellektüel halk ile bütünleşerek onlara önderlik etmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Japonya'nın da ortak Altay ırk ailesi mensubiyetliğinden ötürü uzaktan akrabamız olduğu hakikati yok sayılmayıp Japonya, Moğolistan, Finlandiya, Kore gibi ülkelerin de bu teşekkülde yer almaları için çalışmalar yürütüp bir "ALTAY PAKTI"na doğru giden yollar inşa edilmelidir.

24-Diğer kültürlerin ve bilhassa Batı kültürünün esaretinden kurtulmalıdır.

25-AVRASYA televizyon kanalında Türk Dünyası'nı teşkil eden bütün topluluklara hitap edecek ortak yapımlar gösterilmelidir. Bu kanal, tamamen milli ve manevi değerleri güçlendirici ve sağlam Türk aile yapısını takviye edici mahiyette olmalıdır. Türk İslam kültürü dışındaki programlarla asla yer verilmemelidir. Başta ABD olmak üzere süper ve emperyalist güçlerin bu kural vasıtasıyla Türk Dünyasını dejenere etmesine asla müsaade edilmemelidir.

26-Her ülkenin tapu senetleri olan tarihi Türk ve İslam eserlerinin onarımı için müşterek bir fon kurulmalıdır.

27-Türk Dünyasını tercih eden ülkeler arasında hukuk birliğine gidilmelidir.

28-Genel Türk Tarihi yeniden yazılmalıdır.

29-Türk Dünyası Bilimler Akademisi kurulmalıdır.

30-Türk Dünyasındaki hukuki ihtilafları halletmek üzere "Türk Dünyası Adalet Divanı" kurulmalıdır.

31-Türk Dünyası'nın Türk Birliğinin merkezi İSTANBUL olmalıdır.

32-Bütün Türk dili ve lehçelerini bir arada ihtiva eden bir lûgat hazırlanmalıdır.

33-Türk Dünyası kütüphaneleri dünyanın en zengin ilim hazinelerine sahiptir. Bu eserle çoğaltılmalı, bu günkü konuşma diline çevrilerek asırlardır gizli bir hazine halinde saklı duran bu ilim deryası, Türk ve İslam Dünyası'na ve bütün dünyanın istifadesine açılmalıdır.

34-Türk Dünyası'ndaki bütün tarihi eserler ile müzelerinde bulunan ların dökümü yapılmalı ve kataloglar halinde Türkçe, Arapça, İngilizce ve münasip görülen dillerde dünya ilim adamlarının gözleri önüne serilmelidir.

35-"Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü kurularak, Türk Dünyası'nın geleceği ile ilgili yöneticilere yön verilmelidir.

36-Atatürk'ün Fener Rum Patrikhanesi tarafından tertiplenen fitneciliklere karşı Papa Eftim'e tesis ettirdiği Türk Ortodoks Patrikhanesi güçlendirilerek Ortodoks Hristiyan Türk halklarına ulaşmak için bir köprü yapılmalı, yetinilmeyip Altay ırklarından Ortodoks Hristiyanlığa inanan halklar da kapsanarak bir Altay Ortodoks Patrikhanesi olmalı, Fener Rum ve Rus Ortodoks Patrikhanelerinden sonra Papa Eftim'le Atatürk'ün emanetleri olan bu kurum dünyanın üçüncü büyük patrikhanesi yapılmalıdır. Zira bu kurum böyle bir desteği ve politikayı hak ediyor çünkü bugün, Türkiye'nin ve dünya Türklüğünün çıkarlarını, tüm Ortodoks merkezlerine ve Rusya, Yunanistan, Ermenistan gibi ülkelere karşı en radikal biçimde savunan Türk Ortodoks Patrikhanesi, Atatürk'ün ileri görüşlülüğünün ve de bilimsel temellere dayalı -duygusal olmayan- Türklük bilincinin bir göstergesi olarak varlığını sürdürmektedir. Böylece Atatürk hem Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini hem de dış Türkler ile ilgili politikalarında kültürel unsurların gerekliliğini vurgulamıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini oluşturan 'Türklük' düşüncesi ve 'Dış Türklere ilgi' Atatürk'ün ölümünden sonra rafa kaldırılmış ve uygulama fırsatı bulamamıştır. Ayrıca Fatih Kaymakamlığı’na bağlı olsa da sürekli ekümeniklik iddiası güden Fener Rum Patrikhanesi kurulacak bir din işleri yüksek kuruluna bağlanarak sadece Türkiye'deki Rum tebaasına hitap etmesine izin verilmelidir. Ayrıca Atatürk’ün Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı Papa Eftim'le birlikte kurduğu Türk Ortodoks Patrikhanesi denge unsuru olarak kullanılmalı ve güçlendirilmelidir. Türkiye dışında yaşayan ve başta Gagavuz, Sekel ve Çuvaş asıllı olmak üzere Ortodoks Türk soydaşlarımıza hitap eden bir pozisyona getirilmeli ve neticede Rus Ortodoks Patrikhanesi, Fener Rum Patrikhanesi'nden sonra dünyanın üçüncü büyük patrikhanesi olması sağlanmalıdır. Ve kurulacak bir din işleri yüksek kuruluna Rum Ortodoks vatandaşlarımıza hitap etmek üzere nasıl Fener Rum Patrikhanesi bağlanacaksa Ortodoks Türkleri de temsilen Türk Ortodoks Patrikhanesi de bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Kurulacak bu din işleri yüksek kurulu Türkiye'deki tüm inançları temsil eden kurumların bağlanacağı üst kurum olmalıdır. Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı da yine bu din işleri yüksek kurulunun içinde olurken Diyanet İşleri Başkanlığı da bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Hakeza Caferi inancından insanların da temsil edileceği bir teşekkül de bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Yine İstanbul Karaköy'de havrası olan Musevi Karay Türkleri için Karay İnancı Başkanlığı kurulup bu din işleri yüksek kuruluna bağlanmalıdır. Yeryüzündeki Türk Ortodoksların, Karayların ilgili başkanlıklara bağlanması için destek verilir. İbadet yerlerinde çalışanların aylıklarını ilgili başkanlıklar sağlar. Bunun için onların da vakıf kurmaları çözüm sağlar. Yapılması gereken budur.

 

Ayrıca saf Türk ırkı dışında akraba ülkelerden olan Japonya Savunma bakanının Ankara seferi bizim için çok önemli bir aşamadır. 

Bir kere Japonya,Kore bizim kan kardeşlerimizdir. 

Hem Turan'ın doğu sınırları oldukları gibi bu iki ülke ile ortak Altay ırk ailesinden olmamız vesilesiyle ırk kardeşliğimiz bulunmaktadır. Aynı kökten geliyoruz. Tıpkı Farsların, Ermenilerin ortak Aryan ırkından gelmeleri gibi… 

Japonya ve Kore’de Türklerin çok sevildiği bir gerçektir ki Kore'de Türk filmleri çok izlenmektedir. Tıpkı bizde Kore filmlerinin çok izlenmesi gibi. Yani Korelilerle aramızdaki sarsılmaz bağlar 1950’li yıllardaki Kore Savaşı’ndan daha eskidir. Bunu bilmek icap eder. 

Türkiye geleceğine dönük,Çin'in sınırında olan bu iki kardeş devletle her sahada iyi ilişkiler kurmalıdır. 

Özellikle savunma sahasında bu ilişkiler tesis edilmelidir. Pasifik Kuşağı'nda hakim olan ,ama bugün gittikçe zayıflayan,eski kudretini kaybeden Amerika'nın yerini asla Çin’e bırakmadan Türkiye doldurmalıdır. 

Ayrıca Türk Devletleri Teşkilatı Türk Birliği ile sınırlı kalmamalı, tüm Altay ırk ailesinin yer alacağı bir pakta dönüşmelidir. Ortak Ural-Altay-Fin-Turan-Ugor ırk ailesi mensubiyetimizin mevcut bulunduğu kuzen ülkelerimiz olan Kore'den Moğolistan’a, Finlandiya’dan Japonya’ya, hatta Estonya’ya kadar bir ortak Ural-Altay-Fin-Turan-Ugor Paktı'na dönüştürülmelidir. 

Yani Türk Birliği, Altay Birliği istendi mi gerçekleştirilebilecek projelerdir. Hayal ürünü değillerdir. 

Türkçülüğe, Turancılığa, Altaycılığa hayal ürünü, macera diyenlere karşı Turancılık bir macera mıdır, öncelikle onu ele alalım:

Turancılığın macera olduğu hakkındaki düşünce, Birinci Cihan Savaşı'nda Enver Paşa'nın Kafkas cephesindeki hareketlerinin başarısızlık ve büyük kayıplarla sona ermesinden çıkmıştır. Bir çiçekle bahar gelmediği gibi bir başarısızlıkla bir düşüncenin yanlışlığına hükmetmek de sağlam bir mantığın eseri sayılamaz. Enver Paşa'nın cesur bir asker olmakla birlikte ehliyetli olup olmadığı bugün dahi tartışılmaktadır. Bundan başka Enver Paşa'yı saf bir Turancı saymak da yanlıştır. İttihatçılar hem Turancı, hem de İslâm birlikçisi idiler. Hem Kafkasya'yı, hem de Mısır'ı almak istiyorlardı. Bundan başka zamansız Kafkas taarruzu Turancılık düşüncesiyle değil, müttefikimiz Almanlar üzerindeki yükü hafifletmek amacıyla yapılmıştı. Ayrıca Enver Paşa da Turancı değildi. Enver Paşa'nın önceliği Türk Birliği'ni değil İslâm Birliği'ni sağlamaktı. Onun için Türkler içinde öncelikli olanlar Müslüman olmuş Türklerdi. 

Bazı çevreler, Enver Paşa’nın “Türkçü” ve “Turancı” olduğunu söylüyor, hattâ senelerden bu yana bunun propagandasını bile yapıyorlar…

Böyle hayâllere dalmış olan çok kişiyi hiddetlendireceğimi bilerek, açıkça söyleyeyim: Enver Paşa “Turancı” değil, “İslâmcı”dır. Resmî yazışmaları ile hayallerinden bahsettiği ve tamamı binlerce sayfa tutan özel mektuplarında bir defa olsun Turan’dan bahsetmez. Bu yazışmalarda “Turan“ sözü gerçi birkaç yerde geçer ama kasdettiği “Turan” mâlûm ideoloji değil, İran’ın 20.asrın başında bu isimle adlandırılan doğusu ve Orta Asya’daki Türk bölgeleridir. “Turan’a gidiyorum” demek “Turan İmparatorluğu kurmaya gidiyorum” değil, “Orta Asya’ya gidiyorum” demektir.

Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile başlayan yurtdışı macerası da Türk devletlerini ve boylarını bir araya getirme hevesi değildir, yani bir “Turan ülküsü” söz konusu olmamıştır. Yapmak istediği, İngiltere’nin emperyalist gücününe son verecek bir “intikam” hareketi başlatmaktır ve bu hareketin temelinde “İslamcılık” vardır…

Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sonrasında yurt dışına gittiği esnada kaleme aldığı mektuplarında yer alan şu ifadeler de, düşüncesinin “Turan” değil “İslâm Devleti” olduğunu açık şekilde aksettirmektedir:

“…İngilizler dişleri sökülmüş yılan gibi sürünürken İslam kazanacak”, “…İngilizler’e karşı açtığım İslâm ihtilâl bayrağının altında bütün müslüman memleketleri toplayarak İngiliz aleyhinde çalışacaklarla, yani Bolşeviklerle birlikte mücadeleye devam fikrinden gittikçe hoşlanıyorum. İnşaallah bu da hem Müslümanlar’a hem memleketimize çare olacaktır”, “…Muvaffak olursak Türkiye, İran, Afganistan birliği vücut bulmuş olur. Bu suretle kuvvetli bir İslâm kitlesi hem İngilizler’e büyük bir darbe vurur, hem de Avrupa’nın altolması için Bolşevikler’in serbest kalmasına vesile olur. İnşaallah bunun hayata geçtiğini görerek seviniriz” ve “…Böyle sürüne sürüne, toprak odalarda duman içinde, maddeten ve senden uzak mânen, yalnız İslâmları kurtarmak teşebbüsüyle yaşıyorum”.

Zaten eğer Sarıkamış'ta Rus soğuğu askerimizi biçmeseydi Enver Paşa sadece Orta Asya ile yetinmeyecek, oradan güneye doğru inerek İngiliz sömürgesi Hindistan'a saldıracak ve buradaki Hintli Müslümanların desteğini alarak İngilizleri Hindistan'dan kovacaktı. Böylelikle Hindistan ve Türkistan ile birleşerek bir “İslâm enternasyonalizmi”ni meydana getirecekti Enver Paşa… 

Şimdi hayalperestliğe ve maceracılığa gelince, bu kelime üzerinde iyi ve ciddî düşünmek lazımdır. Her maceracılık bir hata olmadığı gibi her ihtiyat da tedbirli bir davranış değildir. İnsanlığın tarihi siyaset, askerlik ve ilim alanındaki maceralarla doludur. Kristof Kolomb'un batıya giderek Hindistan'a varmak istemesi bir macera idi. Bir sal ile Atlantiği geçmek de öyledir. Kendi yakın tarihimize bakarsak Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkması da bir maceradır. Öyle ya, kelle koltukta vatan savunmasına gitmek, kendi vatanı için canını hiçe saymak da bir maceradır ki o süreçte Mustafa Kemal Paşa gibi kurtuluş için son bir savaşa razı olmuş pek az insan kalmıştı memlekette… Öyle ki insanları vatan için son bir savaşa ikna açısından Mustafa Kemal Paşa’nın yalnız başına ne kadar büyük çabalar sarf ettiğini resmi tarih yazmasa da işin gerçeği buydu. Ayrıca bu savaşın sonunda ölüm olduğu gibi, muvaffak olamama ihtimali de vardı. Ama Tanrı'ya şükür ki “Ya istiklâl, ya ölüm” anlayışıyla zafere olan inancını ortaya koyan Mustafa Kemal Paşa sonunda başarılı olmuş ve düşmanın bileğini bükmüş, tehlikeli bir maceradan başarıyla çıkmıştır. 

İlaveten daha eski tarihimizde Babür'ün 10.000 kişiyle Hindistan'a dalması, Yavuz'un 30.000 kişiyle çölü geçerek Mısır'a girmesi birer macera değil miydi?

Evet, Napoleon ve Hitler'in Moskova seferleri de macera idi ama onlar başarısızlıkla bitti diye berikilerin değeri azalır mı?

Yahudiler'in önce Filistin'de bir İsrail devletini kurup şimdi gelinen süreçte bütün Arap dünyasının yaşadığı topraklarda Büyük İsrail devletini kurma çabası şaşırtıcı bir macera değil midir?

Tehlikesiz yaşamak isteyenler intihar etsin. Hayat ve kâinat tehlikelerle doludur. Tehlike fertler için de, milletler için de, topraklar için de vardır. Korkunç bir deprem birkaç saatte Anadolu'yu suların altına gömebilir. Dünyaya yakın geçen bir kuyruklu yıldızın boğucu gazları birkaç milleti birden yok edebilir. Dünyayı yörüngesinden çıkaracak büyüklükte bir göktaşı küremize çarparak dünyanın kıyametini koparabilir. Birkaç millet birleşerek bir gece Türkiye'nin üzerine 500 hidrojen bombası fırlattıktan sonra özel giyimli askerlerini yurdumuza sokabilir.

Bütün bu ihtimaller var diye uyuşuk uyuşuk oturup yalnız fabrika kurmak, futbol maçları seyrederek bağırmak, defile ve güzellik müsabakaları yapmak, üniversitelerde bir takım bayağıların eserlerini tahlil etmekle mi vakit geçireceğiz? Bunlarla millet yaşamaz. Millet bir hayvan sürüsü değildir. Millet millî bir hedef ister. Ancak o hedefi gördüğü zaman sürü olmaktan çıkıp insanlaşır, bencil olmaktan kurtulup fedakârlaşır.