İlhami İNCEÖZ


Üstâd Abdurrahim Karakoç ve HAL BU HALDİR!

Üstâd Abdurrahim Karakoç ve HAL BU HALDİR!


Üstâd Abdurrahim Karakoç ve 

HAL BU HALDİR!

 

Öncelikle kısa bir sohbet…

90’lı yıllarda kitabevinde çalışırken Attila İlhan’dan ve Cemal Süreya’dan öte şair izinde dolaşmazdım. Ama edinebildiğim tüm şiir antolojilerini, şiir eleştirilerini, şiir yazılarını bulup okumaya çabaladım. Tüm şairlerin kitaplarını biriktirmeye, onları tanımaya, öğrenmeye uğraştım. Dağıttığım kitaplar bende kalmış olsaydı şuan evimde kendi kütüphanem en az 7-8 bine yakın şiir ya da sevdiğim akademik kitaplardan oluşuyor olurdu. Sadece küçük kütüphanelere yahut kitap kurtlarına 500-1000 adet kitap vermişliklerim, biriktirdiklerimden göndermişliğim oldu. 

Demem o ki kitaplarla, şairlerle, şiirlerle ara kurmaya çabaladığım o yıllarda, serbest şiir sularında gezer, yeni usüllere dilime, kalemime oturtmaya çabalardım. Bazılarına göre bunu kısmen başardım da… Serbest yahut ölçü-vezin, kalıplara takılmadan anlatmak  bana kolay geliyordu, ama bir türlü kendi içime sindiremedim… Yazmakta ustalaşıyordum ama kendim bile o halinden hoşlanmıyordum şiirin… Bunu da mısraları hece ölçüsü gibi aynı kelime sauısında ve aynı hizada bitirmek gibi estetik görüntüsü olsun isteğiyle aşmayı denedim. Bir zaman hoşuma gitti. Kısa ve az kelimelerle kurulu, sade ve imgelerle dolu zengin mısralar hoşuma gidince, usul ve tarzımın bu olmasını düşündüm. Ama bu da birkaç sene içinde beni sarmadı. 

 

 

Kökümüzün Anadolu olmasından mıdır, okuduklarımın yolunun ordan geçmesinden midir nedir, yazdıklarım kendiliğinden hece ölçüsüne gidiyor, yaklaşıyor ya da bizzat hece ölçüyle yaz beni diyordu… bu isteği kıramadığım çok serbest vezinle yazılmış şiirimi, sonraları teker teker hece ölçüsüne çevirdiğim de çok oldu… 

Neyse, uzatmayayım, 2000’li yıllarda şiirlerini, kitaplarını okuduğum, ezbere bildiğim Abdurrahim Karakoç’un şiir kitaplarını yeniden evime toparlayıp, üzerinde bir seneye yakın okuma ve tahlil yapmaya çalıştım. Okumakla kendisini besleyen zengin ve gür ırmaklardan olan Üstad, izlerinde pek çok halk şairinin sularını da barındırır.  O izlerinde peşine düştüğüm de gördüm ki, hece ölçüsünün yeri ve önemi, benim gençlik çağında anladığımdan çok farklı. 

Sadece aynı kalıplar, aynı imgelerle şiir yazmak değil, serbest ölçüdeki arayışların aynısını hece ölçüsünde de denemek, yapmak özgürlüğüne sahipsin. Kendi usul ve deyişini ortaya çıkardıktan sonra, dinlediğin şairlerin binlerce yıldır kullandığı havuz da, deniz de senin dilinle, senin sesinle, senin geçici tapunla, senin oluyor. Hep bunu yapmış önceki nesil şairler, ustalar, üstadlar…

 

 

Kitaplarıyla, yazdığım şiirlerden hece ölçüsüne dönmemi sağlayan, Abdurrahim Karakoç ve ŞİİR’i için çok ithaf şiiri yazmayı denedim. Beğenmedikçe de silip silip, yenilerine koyuldum. Ama en sonunda, dilime, deyişime, sözlerime ‘’EMMİ’’ ismiyle en çok yakışan O’dur. Ona dair şiir yazıp ona ithaf etmekten evladır diyerek, hece ölçüsünde yazdığım tüm şiirlerde geçen ‘’EMMİ’’ lakabı, kendisine ithaf edilmiştir. Böylelikle acemilik mahcubiyetinden, hem kendimi hem şiiri mi de kurtarmış oldum…

Emmi, Anadolu’da amcadır, bilgedir, çınardır, kaledir, ordudur, kraldır, paşadır… Emmiliğe Lâyıksa! Emmi, candır, candan özgedir, fikir ve düsturlarıyla yolu aydınlatan fener, eli öpülen, eteğine yüz sürülendir. Emri yerine getirilen, sözü boyunları büken, başı göğe erdirendir. Emmi, Hasan Dağı, Bayram Tepesi’dir. Emmi, bir’i gölgesindekilere on, yüz yapandır, Serinliğinde huzuru, şefkatinde imanı, nuru, bilgeliğinde İslam’ı, ahlakı ve şahsiyeti bulduran, ikram eden, ihsan edendir. Emmi, erişilmez zirvedir, kartal değmez, kurt varamaz. İşte bu yüzden Karakoç, Emmi’mdir!

 

Emmi, Kızılırmak gibidir, binlerce kilometreye cömertliğiyle can verir, çiçek açar, bahar getirir. Gülümsemesi, gülüşü gün aydınlığı gibidir, yayılır gönülden gönüle gider, sevgisi dünyayı dolanır, adresini bulur. ‘’İnsanların en hayırlısı, İnsanlara en faydalı olanıdır!’’ (Sav.)’in Düsturuyla! Şiirleriyle, Türklüğe ve Müslümanlığa hayırlar ihsan eden A. Karakoç’a da Allah, Cennetinde hayırlar ihsan etsin inşaalah! 

Ve bir zamanlar doldukça yağdığımız, Emmi deyip iç döktüğümüz Karakoç şiirlerine aşağıdaki şiirle başlayıp, birkaç gün Karakoç’a ithaf ettiğim şiirlerden paylaşmak istiyorum sizlerle… Umarım beğenirsiniz!

 

HAL BU HALDİR!

 

‘’Abdurrahim Karakoç’a…’’

 

 

Omzumda kırıldı taştan seneler

Taşıya taşıya, yoruldum emmi!

Ben aynı ben, değişen bahaneler,

Yaşaya yaşaya, yoruldum emmi!

 

Bellidir, kul denen ‘’cihana sürgün’’,

Ne saadet bilir, ne bir tek hür gün.

Gülmeyi, kötü avrat gibi her gün

Boşaya boşaya, yoruldum emmi!

 

Az biraz tanırım, kendim deneni

Tatmadım hayatta kolay yeneni

Ömür bağına, mutsuzluk dikeni

Döşeye döşeye, yoruldum emmi!

 

Benden sor, kaderin, geçmez kışını

Tufanla doldurur, bahar düşünü,

‘’Rahmet var!’’ diye, toprağın döşünü

Kaşıya kaşıya, yoruldum emmi!

 

Dinmez olunca, bahtın karanlığı

Yaktım, boşaldı, umut samanlığı,

Hayat için gün denen aydınlığı

Işıya ışıya, yoruldum emmi!

 

Yaşlandım yelkovanın gölgesinde,

Gam hediye, ömür elbisesinde.

Hüsran taştım, gönül meyhanesinde

Kadehe şişeye, yoruldum emmi!