İlhami İNCEÖZ

Tarih: 17.08.2025 20:48

Fransız Sinemasından İki Film: Kurtlar İmparatorluğu (2005)

Facebook Twitter Linked-in

Fransız Sinemasından İki Film: Kurtlar İmparatorluğu (2005)

Kirli Tatlı Şeyler (Dirty Pretty Things 2002)

Yönetmenliğini Stephen Frears’in yaptığı filmin senaryosu Steven Knight’a aittir. Başrollerinde ünlü Fransız kadın oyuncu Audrey Tautou (Şenay Gelik) ile Chiwetel Ejiofor (Okwe) ve Sergi Lopez (Juan) paylaşır.

Film 2003 yılında ülkemizde gösterime girmiştir. İngiliz yapımı filmin bütçesi, 10 milyon dolardır. Süresi ise 1 saat 37 dakikadır. Başrol Audrey T.’nun, ilk İngilizce rolü, bu filmde oynadığı Türk Kızı Şenay Gelik rolüdür. Yani hem, anadili Fransızca haricinde ilk kez İngilizceyi kullandığı ilk film, hem de İngilizceyi bir Türk olarak Türk aksanıyla konuştuğu ilk film, söz konusu Kirli Tatlı Şeyler filmidir.

Filmin konusu özetle şöyledir:

Okwe, Londra’da, taksi şoförü olarak çalışmaktadır. Aynı zamanda Baltıc Otel’de de bir resepsiyon görevlisidir. Ve ev arkadaşı olduğu Şenay da aynı otelde hizmetli olarak görev yapmaktadır. Okwe, geceleri oteldeki boş olan odaları tanıdığı hayat kadınlarının kullanımına kiralamaktadır. 

Bir gece bir arıza nedeniyle çıktığı 510 no’lu odadaki banyoda, bir insan kalbi bulan Okwe’nin aklına, o kalbin sahibine ne olduğu takılır. Ve bu işin peşine düşer. Sonrasında önüne oteldeki gece müdürünün de dâhil olduğu organ mafyası çıkar. Şenay da, otel müdürüne, organlarından birini satarak, peşindeki göçmen bürosu polislerinden kurtulmak, Amerika’ya gitmek ve yeni bir hayata erişmek hayalleriyle, Okwe’nin maceralarında mecburi ortak olur. 

Filmin tamamında Türk İzi’ni 22 yaşındaki Şenay sayesinde, en azından onun olduğu sahnelerde, yani sadece o olduğu için, rahatlıkla görebilirsiniz, diyebiliriz. Hatta ev arkadaşı Nijeryalı Okwe’nin bile neredeyse bir Türk gibi giyinmesi bile bize epeyce tanıdık gelebilir. 

Ama bana tuhaf gelen birçok sahneden özellikle eleştirmeden geçmek istemediğim birkaçını size de burada hatırlatmak isterim. 

Filmin henüz 6. Dakikası 35.saniyesinde Şenay’ın hakkında İvan adındaki, otelin kapı görevlisi (bellboy) tarafından Şenay’ın arkadaşı Okwe’ye söylenenlerden bazıları şunlardır:

‘’O kız Müslüman. Yani, daha bir bâkire. Küçük bir melek gibi!’’ Burada senaristin, eline el değmemişlikle övdüğü o Müslüman-Türk kadınına film boyunca, ileride neler yapılacağını tahmin bile edemezsiniz…

Yine filmin 20.dakikası 30.saniyesinde Okwe ile evdeki yemek masasında sohbet ederken Şenay, kendisinin, annesi gibi yaşamak istemediği için Türkiye’yi terk edip Londra’ya geldiğini söyler. Bu esnada Okwe’nin,‘’Şarap içer misin?’’sorusuna Şenay’ın verdiği cevap: ‘’Evet, evet içerim!’’olur. Okwe’nin şaşkın bakışlarıyla doldurduğu bardaktan yudumlamaya başlar. Her ne kadar acı bulsa da! (Yani ilk kez de olsa, bir Müslüman olarak içmeye başlaması (!))

Türk Şenay’ın merak ettiği ünlü New York kenti hakkında daha önceden bildiği, duyduğu yahut da oradaki kuzeninden (köylü kızın kuzeni New York’ta yaşıyor) mektuplarla öğrendiği şeyler ise şunlardır: ‘’ Kışın ağaçlara lamba takarlar, öyle değil mi? Bu doğru mu? Ve parklarda patenle kayıyorlarmış! Bazı polisler beyaz ata biniyor! Hepsi değil ama bir kısmı!’’ İşte şarap içen, New York hakkında çocukça, en gereksiz birkaç Noel süslemesi, beyaz ata şaşıran bir Türk kızı bilgisiyle (güya) donanmış Müslüman bir Türk köylü kızı (!) portresi, tabii ki yabancı cahil bir senaristin gözüyle… Özgürlük heykeli, Hollywood’u, Kızılderilileri merak etmez de süslü noel ağacı, beyaz ata binen polisleri hatta kaykaycıları örmek için Amerika’yı ister?

Ne de olsa Şenay’ın bu saydıkları, Türkiye’de ancak yüzyılda bir görülebilecek, eşine ender rastlanılacak, görüldüğünde akılda epey fazla yer edebilecek ilginçliklerden. Hatta bunları görebilmek için köyünden Londra’ya bile, göçmen olarak gidebilir bir Türk Kızı(!).

Ama senariste göre Şenay kızımız, Londra’ya gelmeden önce hiç ülkesinin Televizyon kanallarını izlememiş. O, gençlerin benzerlerine hiçbir yerde rastlamamış (!), bir köylü kızı (dakika tam 44’de kendi ağzından bunu Şenay söyler) olduğundan olsa gerek, (Üstelik bir de Yılmaz Güney hayranı) nerdeyse tüm illerimizin meydanlarındaki kaykaycı ya da paten kayan gençlerden de bihaber, New York’un patencilerini bir Nijeryalı’ya genel kültür bilgisi olarak mevzubahis ediyor. Bu olsa olsa Fransızın dağ köylerindeki eğitimsiz, moron kızların bilgisidir…

Ayrıca, filmin 48.dakikasında Şenay’ı taciz eden bir tekstil patronuna karşı Şenay’ın, duyduğu korkudan dolayı rahatlıkla teslim olması, sonrasında da, yine pasaport uğruna otel müdürünün tacizine ve tecavüzüne evet demesi de, ayrı bir sahte hikâye… Filmin senaristinin çuvalladığı bu düşük bölümlerden, sizi ve kendimi kurtarıp, hemen ‘’bak, en azından bari bunu doğru yapmışlar!’’ dedirtecek bir Türk İzi’ne geçelim.

Filmin 35.dakikası 42.saniyesinde, kadraja giren, Şenay’ın yürüdüğü sokakta sol tarafında uzanan bir duvar vardır. Duvarda, yan yana asılı 2 adet film afişi karşılar bizi. Afişlerde ise, Duvar’ın unutulmaz yüzü, efsane Jön Yılmaz Güney…

Ve aynısı gibi bir başka Yılmaz Güney posteri de filmin ilerleyen sahnelerinde, Şenay’ın evinin duvarında asılıdır. Yani bizim köylü kızımız aslında bir Yılmaz Güney hayranıdır. (Dakika 57’de, dans ettiği sahnelerde görülür.)

En azından bu gönül almayla, senaristin cahilliğini kapatmış oldular, değil mi? Sanmam! Yabancı gözüyle çizilen bu Türk köylü kızı portresi üstünkörü, yalan yanlış bilgilerle donatılmış. Ve sinemada Türkleri temsil etmede, ancak bu kadar kötü bir karakter tasviri olabilir! İyi seyirler!

 

KURTLAR İMPARATORLUĞU (THE EMPİRE OF THE WOLVES 2005)

 

 

Yönetmenliğini Chris Nahon’un yaptığı, senaryosu J. Christophe Grange’nin aynı adlı kendi romanından, yönetmen ve yazarın bizzat uyarlamasıyla oluşturulan, Fransız yapımı filmin gösterim yılı 2005, bütçesi 24 milyon dolar ve süresi de 128 dakikadır.

Başrollerini Jean Reno (Jean S.), Arly Jover (Anna H.), Jocelyn Quivrin (Paul), Laura Morante (Mathilde) ve Azer(i) Zeki yardımcı rolünde David Kammenos paylaşırken, jenerik de adı geçen tek Türk oyuncumuz Emre Kınay da, Jandarma Komutanı olarak kadro da yer alır.

Yine ayrıca film ekibinin Türkiye ayağı kadrosunda da yardımcı yönetmen Erhan Özoğul, asistan Aksel Kamber ve Ahmet T. Uygun, Adnan Aydın, Özgür Başaran, Ümit Barlas, Hatice Dere, Ahmet Kasapoğlu, Erdem Yılmaz, Nevra Koçoğlu, Emre Coşar, Ebru Pilten gibi usta Türklerin de emeği vardır.

Filmin konusu kısaca şöyledir:  Polis şefi Paul N. Bir Türk mahallesinde işlenen esrarengiz cinayetler sonucu katili yakalama uğraşındadır. Fakat cinayetlerin ard arda işlenmesi, seri katil şüphesi uyandırır, üstelik hiçbir ipucu da yoktur. Ve olayların da Türk mahallesinde olması sebebiyle, Türkleri iyi tanıyan dedektif Jean (J. Reno-Türklerce lakabı Demir- Hatta bir Ülkücü kolyesi bile vardır)’dan yardım ister. 

 

Burada bir ayrıntı olarak şunu da hemen belirtelim ki, filmin senaryosunun da uyarlandığı romanın yazarı Grange, (sadece bu romanda değil sonrakilerde de) Türkiye ve Türklere fazlaca aşinadır. Buna rağmen filmdeki çoğu sahnede Türklere dair, yanlış ya da bir yabancı gözüyle güya doğru (!), kimi eski kafa düşüncelere de yer verilmiştir. Yani romanda ve filmde maalesef, Türkler hakkında bir Avrupalının önyargılı düşünce tarzıyla işlenmiş, gerçek hayatla alakası olmayan kimi absürt sahneler de (Falaka dayağı gibi) bulunmaktadır. 

Yine söz konusu bu yanlışlıklara bir de eksiklik uyarısı ekleyelim. 

Jean Reno’nun 43. dakikada Malek’in ofisine girdiği sahnede, duvarda ve civarında asılı olan tablo, poster ve resimleri görürsünüz. Bazıları asker, bazıları sivil giyimlidir. Bu resimlerden bir tanesi var ki, Türkiye haritası üzerine (Japon bayrağı gibi) doğan bir güneş resmedilmiştir. Aslında biz Türkler, bu tarz resimlere sadece Ulu önder Atatürk’ün yüzüyle aşinayızdır. Fakat bu tablo, poster ve resimlerden hiçbirinde net olarak görülebilen bir M. Kemal Atatürk yüzü yoktur. Sadece ikisi ona benzer ya da onu anımsatır gibidir. Hakkımızda falakaya kadar her şeyi bilen(!) yazar Ulu Önder Atatürk’ü maalesef es geçmiştir.

Yine de, en azından bunu doğru yapabilmişler diyebileceğimiz bir ayrıntı olarak da:

Aynı ofisin içerisinde gezinirken Malek’in masasında, iki Türk bayrağı ve duvarında da bir Yılmaz Güney posteri bulunduğu görülür…Fransızların Türk’e dair her filmde kullandığı şey; ‘’her Türk’ün evinde asılı Yılmaz Güney posteri var’’ algısı… 

Aslında Türk İzi, henüz filmin 9.dakikasında yenmekte olan bir iş yemeği masasında, yakalanmış bir ajan hakkında konuşulurken ortaya konur. Türk pasaportunun sahte çıktığı ve onun asıl uyruğunun Suud olduğu burada belirtilir. Sonrasında Jean Schiffer’in de soruşturmaya katılmasıyla Türklere dair izler film boyu gittikçe artar.

Filmin 56. ve 57.dakikalarında bir Türk tekstil atölyesinin gizli kapısından mahzenlere inildiğinde Jean Reno yani Schiffer, özellikle 34 numaralı (İstanbul plaka kodu) mahzene bakmak için ilerler. Sonuçta yakaladıkları bir muhbirden de asıl aradıkları adamın ismini alırlar. ‘’Bozkurt!’’

Ve ardından Jean, bu Türkler hakkında doğru ya da yanlış bildiklerini anlatmaya koyulur. (58 ve 59.dakikada): Kurtlar, Bozkurtlar, milliyetçi Türk bir grup. 58.dakikanın son saniyesinde Türk Milliyetçileri gibi bozkurt işareti de yapan Schiffer, kendi ortağına asıl peşinde oldukları şeyin, bu grubun bir (Anna H.-Sema) kadını aradıklarını ve kendilerinin de onlar gibi aynı kadını bulmaları gerektiğini söyler. Aradıkları kadın ise filmin 60.dakikasının, 50’li saniyelerinde muayene olduğu bir doktordan, aslında bir Türk olduğunu öğrenir.

Yine bundan 2 dakika sonrasında ortak dedektifler, polis merkezindeki bilgisayardan, Türkiye’de bir ülkücü cenazesinin resimlerine bakarlar. Ve yanında ülkücü işareti yapmış, filme göre ‘’aşırı sağcı fanatikler’’ diye belirtilen, bir gurubun resmi görülür.(62.dk.19.saniye) Ve aynı zamanda Jean, Yüzbaşı P. Nerto’ya, Bozkurt destanından bir kısım anlatmaya koyulur: ‘’inanışlarına göre binlerce yıl önce bozkurtlar, Türk ırkını kurtarmış…’’

Ardından da bir (güya) ülkücü baba olan İsmail Kudsi görülür. Hakkında, ellerindeki bilgiler okunur. Sonrasında Türk Gürdilek’i (Jean M. Huber) görmeye giderler. Talat Gürdilek’in olduğu bina numarası ise 134 (Yine İstanbul Plaka koduna gönderme) olarak görülür. Orada da Talat G.’den hikâyenin köklerinin aslında Türkiye’ye dayandığını öğrenirler.

Daha sonra Anna’nın anılarında ise 79.dakikada Anadolu’daki geçmişine yer verilir. Kapadokya ve İstanbul’dan hafızasında kalan resimler göz önüne gelir.

Son olarak, filmin 109.dakikasından itibaren başlayan İstanbul görüntüleri sonrasında, Anadolu’nun bazı yerlerinden sahneler ve Kapadokya bölgesinin seçilmiş görüntüleri ekrana gelir.

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —