İNSAN OLABİLMEK
İnsan; dünyaya insan olarak değil, beşer olarak gelir.
Beşer olarak geldiğimiz dünyada kendimizi arayarak devam ederiz hayat yolculuğumuza. İlk adım olarak niyetini belirler, sonrasında ise düşünmeye başlarız. Her şeyi sorgulamakla devam eder yolculuğumuz.
Aslında bu sorgulamaların tek amacı “bilmek” içindir. Bilmek ise merakla başlar. İnsan, kendi bedeninden başlayarak her şeyi merak eder.
Bu merak sayesinde insan; bedenini, zihnini, duygularını ve en sonunda da ruhunu keşfetmeye başlar. Ve bu dört unsura yatırımlar yapmaya yönelir. Sadece bir bölümüne yatırım yapmak ve onu beslemek, onu ön plana çıkarmak farklı sonuçların ortaya çıkmasına neden olur:
Bedeni ön plana çıkaran “kendini beğenmişliğe,”
Aklı ve zihni ön plana çıkaran “vahşiliğe,”
Duyguları ön plana çıkaran “hayvaniliğe,”
Sadece ruhunu ön plana çıkaran ise “mistik” düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olur.
Oysa insan; bu dört unsurun da bir arada geliştiği, birbirini dengeleyen, birbiriyle bütünleşip birbirini tamamlayan mükemmel bir varlık, “Eşref-i Mahlûk”tur.
İnsan olabilmek… Ve insan kalabilmek...
İnsan olma serüveni istikameti “iyi insan” olan; doğruluk, iyilik, hak, adalet ve güzel ahlakla mayalanmış davranış süreciyle devam eder.
Bu hayat yolculuğunda beşerilikten insanlığa ve insanlığın en üst mertebesine çıkmak
için, kişinin iki önemli yol arkadaşı vardır; “edep ve haya.”
Edep ve haya; kişinin Yaratıcı karşısında haddini, diğer tüm canlı ve cansız mahlukatlar
içinde de yerini ve konumunu bilmesini sağlar. Kendi özü ve özelini koruduğu gibi, başkalarının özü ve özelini de korur. Edep ve haya sahibi insanda utanma duygusu olduğu için o, örnek ahlâk sahibi ve abidesidir.
İnsan olabilmek, önce ilim bilmekle olur. İlim bilmek ise; kadim kültürümüze göre bilgiyi bilmesi, insan olmayı bilmesi, devamında kendini bilmesidir.
Yunus’un dediği gibi:
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?”
Doğum ile başlayan hayat yolculuğu ölene kadar devam eder. İnsan için bu bir kemâle erme yani tekâmül yolculuğudur.
Anlamlı ve güvenli bir hayat sürmek isteyen insan, kendisine bazı varlık soruları sorar: Nereden geldim, nereye gidiyorum ve şu anda neredeyim?
Kökenim ne sonum ne olacak ve şu anda ne yapıyorum, neyle meşgul oluyorum, derdim ne?
Tüm bu sorulara, edep ve haya ekseninde insanlığın yararına olumlu cevaplar bularak, bunu davranışlarına yansıtabildiği ölçüde insan, insan olabilme yolunda ilerliyor demektir.
Genelde, yaşantıya dönüşmemiş bilgi gerçek bilgi değildir. Yani Konfüçyus’un deyişiyle, “bilmek uygulamaktır.”
Beşerilikten insanlığa geçiş sürecinde herkes farklı bir sınıfta ve farklı konumdadır.
İnsanın değerini ne sahip olduğu ev ne araba ne oturduğu semt ne milleti ne memleketi ne anne babası ne soyu ne makamı ne mevkisi ne şöhreti ne diploması ne mezun olduğu okulu ne boyu ne posu ne de güzelliği belirler.
İnsanın değerini sahip olduğu “ilim ve ahlâk” seviyesi belirler. Ancak, bu durum dışardan bakılınca hemen anlaşılmaz. İnsanı iyi tanımak gerekir.
Bu noktada çok bilinen bir atasözümüzde “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” denilmektedir. Kişinin ağzından çıkan güzel ve süslü sözlerle değil, ameliyle (davranışlarıyla), yani yaşam biçimi ile değerlendirilmesi gerekiyor.
Hz. Ömer efendimize bir sahabe gelip başka biri hakkında “Çok iyi bir insandır” dediğinde, Hz. Ömer Efendimiz, “Bir insanı tanıman için onunla komşuluk, alışveriş ve yolculuk yapman gerekir” demiştir. Dolayısıyla tek bir davranıştan kimseyle ilgili fikir sahibi olamayız. Faydalı bulduğumuz davranışlarda dahi kolaylıkla yargıya varamayız.
İyi insan, çevresine olduğu kadar kendisine karşı da iyi olan kişidir. Bir insan ancak kendisine değer verebildiğinde diğer insanlara da gerçek anlamda verecek bir değeri olur.
Kısacası "İnsan Olabilmek," ilim bilmek ile olur.
İlim bilmek ise “Kendini Bilmek” demektir.
Kendini bilmekte “Güzel ahlâk” sahibi olmakla mümkündür.
Sonuç olarak insanî değerlere haiz “İnsan Olabilmek” için “Güzel Ahlâk” sahibi olmak gerçeği ortaya çıkmaktadır..