Nasıl Olmalıyım? / Nasıl Olmalıyız?
Bugün kendi kendime; “Nasıl olmalıyım” diye bir soru sordum. Aynı sorunun çoğulunu da “Nasıl olmalıyız” diye düşünmeden edemedim elbette.
Bu soruyu ister bireysel isterse toplumsal olarak düşündüğümüzde insanın nasıl mutlu olup, çevresini ve toplumu da nasıl mutlu edebileceğine dair hal ve hareketleri hızlıca gözümün önünde akmaya başladı. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. İçinde bulunduğu toplumla sürekli iletişim halindedir. Birey toplumdan, toplumda bireyden bir şekilde mutlaka etkilenir. Bu etkileşim toplumu oluşturan bireylerin kimlikleri, kişilikleri, karakterleri, düşünce ve inanç yapılarıyla alakalı olumlu ya da olumsuz yönde olabilir. Yani bireylerin sosyal ve karakteristik özellikleri bu etkileşimde etkin rol oynar.
Gerek kişisel gerekse toplumsal mutluluğumuz için kişinin nasıl olması gerektiğini biraz ayrıntılı şekilde düşünmeye başladım.
Her iki durumda da öznesi insan olan davranış şekillerinin neler olabileceğini tespit etmeye çalışırken karşıma “İnsan-ı Kâmil” kavramı çıktı.
Şimdi bunu biraz daha açalım.
“İnsan-ı Kâmil” veya “Kâmil İnsan”; insanî erdem ve değerler açısından tekâmülünü tamamlamış, kemâle ermiş kişi demektir.
Kâmil İnsan deyimi ruhî, aklî ve ilmî gelişimini tamamlamış; olgunlaşmış, bir diğer anlamda rüştünü kanıtlamış insanlar için kullanılan bir deyimdir.
Kâmil İnsan, hayat çemberi içinde karşılaştığı her türlü engel ve zorluklarla yoğrulup pişmesini bilen, yaşadıklarının her birinden bir kazanım elde edebilen kişidir.
Kâmil İnsan, karşısına çıkan zorlukların ve içine düştüğü musibetlerin Hak’tan geldiğine inanır. Yalnızca Hakk’ın rızasını gözeterek metanetle ve sabırla hareket etmesi gerektiğini bilir ve öyle davranır. Bu gibi durumlarda hoşgörü, hüsnüniyet ve sabır kâmil insanın en büyük dayanağıdır.
Kâmil İnsan gerek yakın çevresinde gerekse toplum içerisinde cehalete karşı marifetle hareket edilmesi gerektiğini bilir. İlmî ve ilahi emirler çerçevesinde hareket etmeye özen gösterir. Nefsî istek ve arzularından ziyade insanın ve insanlığın yararını gözetmeye gayret eder. Gerek fikirleriyle gerekse örnek yaşamıyla topluma ışık olmanın gerekliliğine inanır ve öyle davranır.
Kâmil İnsan, her türlü kötülüğe karşı hayır ve hasenat ile yaklaşır gerek şahsına gerekse çevresine karşı yapılan kabalığa hoşgörü ve letafetle karşılık verilirken gösterilen sabır nedeniyle Allah’u Teâlâ’nın onu daha çok seveceğini, rızasının kazanılacağını bilir ve öyle davranır.
Kâmil İnsan, zaten Eşref-î Mahlûk’tur. Yani yaratılmışların en şereflisi, en değerlisidir.
Eşref-î Mahlûk olan insanın, “İnsan-ı Kâmil” olmaya çalışması yaratılış gayesine en uygun olan davranış biçimidir.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde:
“İnsanın en hayırlısı insanlara faydalı olandır” diye buyuruyor.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir başka Hadis-i Şerifinde buyuruyor ki:
“Kavmin efendisi, kavme hizmet eden kişidir.”
Bu her iki Hadis-i Şeriften hareketle; “İnsanın efendisi, insana hizmet eden kişidir” dememizde bir sakınca olmaz sanırım...
Kâmil İnsan; tüm insanî hasletlerin ve erdemlerin yanında insana hizmet etmeyi de kendisine şiar edinen kişidir diyebiliriz.
Kâmil İnsan, şahsında barındırdığı tüm erdem ve amellerinde sadece hakkı gözeten; nefsi ve dünyevi arzularından tamamen arınmış, yegâne arzusu insanın mutluluğu ve Allah’u Teâlâ’nın rızasını kazanmak olan kişidir.
Kâmil İnsan, Allah’u Teâlâ’nın rızasını yalnızca kendisi için değil, bütün Mü’minler için de isteyen kişidir.
Kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş bir mü’min olunamayacağını (Hadis-i Şerif), dolayısıyla “İnsan-ı Kâmil” olamayacağını da çok iyi bilir ve öyle yaşamaya çalışır.
En başta sorduğumuz “Nasıl olmalıyım/olmalıyız?” sorusuna:
“İnsan-ı Kâmil (Kâmil İnsan) olmaya çalışan insanlar olmalıyız” diye cevap verebiliriz.