Uğur UTKAN

Tarih: 15.10.2025 10:29

Şehirden Kente Geçiş Olgusu...

Facebook Twitter Linked-in

Bugüne kadar şehir ve kent kelimelerinin eş anlamlı kelimeler olduğu okula başladığımız yıllardan beri bize öğretigelen bir olgu olarak önümüze çıkarılmıştır. Fakat iş günlük hayatımızın içinde olunca, ama en önemlisi bugün çoğunlukla insanın yaşadığı büyük kentler, şehirler mevzu bahis olunca ve hele ki bir de meseleye mimarlık yönünden bakınca şehir anlayışıyla kent anlayışının birbiriyle benzeşmediğini görüyoruz. Hele ki şehirleşmenin, kentleşmenin tarihsel döngüsünü incelediğimizde özellikle modernleşme süreciyle birlikte toplumsal, kültürel, ekonomik ve mekânsal dönüşümü anlatan önemli bir kavramsal değişimin önümüze çıktığını fark etmek mümkündür. Şimdi bu geçişi hem tarihsel hem de sosyolojik yönleriyle ele alalım:

1. Şehir Anlayışı (Geleneksel Yapı)

Şehir, Türk-İslâm medeniyetinde sadece binaların veya sokakların toplamı değildir; bir ahlâk, bir düzen ve bir kimlik alanıdır.

•Manevi ve ahlâkî temeller: 

Şehirler, din, ahlak, gelenek ve toplumsal dayanışma ekseninde şekillenir.

•İnsani ölçek: 

Mahalle kültürü, komşuluk ilişkileri, vakıf kurumları ve sosyal yardımlaşma ağı güçlüdür.

•Mimari doku: 

Cami merkezli bir yapılanma; çevresinde medrese, çarşı, hamam, çeşme, türbe gibi yapılar bulunur.

•Toplumsal denge: 

Zengin-fakir, yönetici-halk arasında sosyal mesafe azdır.

•Kimlikli mekân: 

Her şehrin kendine has bir ruhu (örneğin İstanbul, Konya, Bursa) vardır.

2. Kent Anlayışı (Modern Dönüşüm)

Kent, özellikle Sanayi Devrimi sonrası Batı kökenli modernleşme süreciyle ortaya çıkan, ekonomik üretim ve bireysel yaşam merkezli mekân anlayışını temsil eder.

•Ekonomik temellilik: 

Şehir, üretim ve tüketimin yoğunlaştığı bir ekonomik merkez hâline gelir.

•Bireyselleşme: 

Toplumsal dayanışmanın yerini bireysel çıkarlar, hız ve rekabet alır.

•Mekânsal dönüşüm: 

Gökdelenler, alışveriş merkezleri, siteler ve ulaşım ağlarıyla planlanan, “kimliksiz” yapılar ön plana çıkar

•Kültürel çözülme: 

Mahalle kültürü zayıflar, ortak yaşam alanları ticarileşir.

•Küreselleşme etkisi: 

Kentler birbirine benzemeye başlar; yerel kimlik yerini evrensel tüketime bırakır.

3. Geçişin Temel Sebepleri

•Modernleşme ve sanayileşme süreci

•Köyden kente göç ve nüfus yoğunluğu

•Kapitalist üretim ilişkilerinin yayılması

•Teknolojik gelişmeler ve ulaşım kolaylıkları

•Toplumsal değerlerde değişim (sekülerleşme, bireyselleşme)

Yani kısaca şunu diyebiliriz ki şehirden kente geçiş deyince aslında bize öğrencilik yıllarında öğretilen eş anlamlılıkta bir değişim yaşanıp bir “Anlam Kayması” olmuştur. Şehir, “medeniyetin mekânı” iken diğer taraftan kent ise “mekanik yaşamın mekânı” hâline gelmiştir. Bu değişim, insan-merkezli şehir anlayışından, sistem-merkezli kent anlayışına doğru bir kaymayı temsil eder. Yani bir bakıma Protestanlaşma durumu hakimdir. Weber, Protestanlığı "Tanrıyı protesto etmek" şeklinde yorumlar. Kapitalist nizamın dini anlayışını gösterir.

Apartmanın 6 veya 7. katında oturan insanlar, vakit namazlarında nasıl camiye gidecekler? Zamanla üşengeçlik yapacak ve bilmeyerek camiyi protesto edecek

Camiye gitmemek ile camiyi protesto etmek arasında ne fark vardır? Komşusunun rüzgardan yararlanmasını protesto edip, daha yüksek bina etmek başka ne anlama gelebilir? Bu işin maddi boyutu bir tarafa; bilinçaltının sessiz sedasız bu doğrultuda gelişmesi için her türlü telkin vasıtası kullanılıyor. Reklamlar, sosyal medya, insanlar arasındaki statü rekabeti... bütün şeytani yöntemlerle, insanlar abluka altına alınmış bir vaziyette. Kısacası bugün her insanın içini karartan bir kara tablo hâkimdir günümüz dünyasında. 

Bunca küfür alameti içeren bir kentte nasıl Müslüman kalınabilir? Peygamber Efendimiz'in "ahîr zaman ümmetimin imanı pamuk ipliğine bağlı olacak" hadis-i şerifini bir de bu açıdan inceleyiniz.

İnsani ölçeğin rafa kaldırıldığı, Firavunvâri, Yezidvâri yapılaşmaların hâkim olduğu bir devirde Müslümanlar ne yapmalı? Veya Müslüman kalabilmek için nasıl mücadele etmeli?

Bu sorulara halen bir cevap aranmaktadır. 

Gerçekten de bugün, insani ölçeğin (yani insanın fıtratına, ruhuna ve ölçüsüne uygun şehirlerin, mimarinin, ilişkilerin) giderek yok sayıldığı; buna karşılık Firavunvâri ve Yezidvâri (büyüklük, güç zehirlenmesi, kibir, güç gösterisi, narsizm ve tahakküm odaklı) yapıların, sistemlerin ve yaşam biçimlerinin hâkim olduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Bu durumda bir Müslüman’ın tutumu sadece “tepkisel” değil, ahlâkî, fikrî ve medeniyet tasavvuru bakımından köklü olmalıdır. Bu bağlamda yapılması gerekenleri şöyle açıklayabiliriz:

1. Ölçüyü Kur’an ve Sünnet’te Aramak

Müslüman, çağın dayattığı ölçülerle değil, Allah’ın koyduğu ölçüyle (mîzanla) hareket eder.

Kur’an, “Yeryüzünde ölçüyü bozmayın” (Rahmân, 55/8–9) buyurur.

Bu ölçü; insanın merkezde olduğu, tabiatın emanet sayıldığı, gösterişin değil hikmetin esas alındığı bir dünyayı inşa etmeyi gerektirir.

Yani Müslüman, mimaride, şehirde, sanatta, siyasette “ölçüyü yeniden tesis etmekle” yükümlüdür.

2. Firavunvâri ve Yezidvâri Yapılaşmaya Karşı “Tevazu Medeniyeti”ni Savunmak

Firavun, Kur’an’da sadece bir kişi değil, bir zihniyetin sembolüdür:

“Ben sizin en yüce rabbinizim!” (Nâziât, 79/24) diyen kibirli bir yapının temsilcisidir.

Hakeza Asr-ı Saadet ve Hulefâ-yi Râşidîn, yani Dört Halife devrinden sonraki Yezid'in zalim politikalarında vücut bulan bu Firavunvâri duruş, modern bir izdüşüm halinde bugünün devasa kulelerine, dev binalarına, insanı küçülten şehirlerine yansımıştır. 

Buna karşı Müslüman’ın cevabı:

•tevazu,

•sadelik

•doğayla uyum,

•ihtiyaç kadar üretim ve tüketim olmalıdır.

Yani Müslüman “israf medeniyetine karşı itidal medeniyetini” temsil etmelidir.

3. Mücadele, Önce İçeride Başlar

Her çağın “cihadı” aynı biçimde değildir.

Bugünün cihadı çoğu zaman kalbini ve düşüncesini koruma ve tevazu olma mücadelesidir:

•Gösterişe karşı samimiyet,

•Betonlaşmaya karşı ruh inşası,

•Güç tapınmasına karşı kulluk bilinci,

•“Daha çok” hırsına karşı “yeterince” anlayışı.

Yani Müslüman, şehri dönüştürmeye önce kendi iç dünyasından başlamalıdır.

4. Alternatif Üretmek: Küçük Ama Gerçek Dünyalar

•Müslüman sadece eleştirmez; alternatif üretir.

•İnsan ölçeğinde evler, mahalleler, ilişkiler kurar.

•Komşuluğu, dayanışmayı, infakı yeniden diriltir.

•Mimaride “tezyin” değil “tefekkür”ü esas alır.

•Eğitimi, ekonomiyi, kültürü “emanet bilinciyle” şekillendirir.

Yani karşı medeniyetin yerine bir “rahmet medeniyeti” inşa eder.

5. Ümmet Bilincini Canlı Tutmak

Modern dünyanın atomize ettiği birey, yalnızlaştıkça savunmasız kalır.

Müslüman ise “tek başına Müslüman kalmak” yerine cemaat bilinciyle, yani ortak bir vicdan ve dayanışma ağıyla yaşar.

Bu hem toplumsal hem de ruhî direniştir.

Ezcümle insani ölçeğin rafa kaldırıldığı çağda Müslüman’ın görevi:

“Ölçüyü yeniden kurmak, tevazu medeniyetini yeniden inşa etmek, kalbini ve şehirlerini yeniden insanîleştirmektir.”

Yani Firavunvâri, Yezidvâri yapılara karşı “Muhammedî ölçü”yü yeniden diriltmektir. Ancak o zaman insan merkezli olan, medeniyet kuruculuğunu temsil eden bir anlayış hakim olacaktır. 

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —